Lahanacılar mı? Bamyacılar mı?

Efendim, mutfağımızın en önemli sebzelerindendir: Lahana ve bamya. Hangisini tercih ederseniz edin; damakta bıraktığı lezzeti anlatarak bitirmek bazen mümkün olmaz. Lahananın sarması, bamyanın zeytin yağlısı...

Gel gelelim lahanacılar vardı bir zamanlar. Bir de bamyacılar. İlk duyulduğunda, lahana sarmasını seven güruhla zeytin yağlı bamyayı seven güruhun, "en iyisi lahana!" veya "hayır efendim, en iyisi bamyadır, bamya!" gibi sloganlar gelir insanın aklına.

İşin aslı farklı. İnsanın damağında lezzet bırakan tek şey yemek midir? Elbette değildir. Pek çok şey bulunur ilgisi olan için. Lâkin bir konu daha vardır ki, vazgeçilmezlerden: Spor. Belki tâ mağaralarda yaşarken başlandı spora. Özellikle yırtıcı hayvanlardan kurtulmak için koşma sporuna. Sonra avlanmak için mızrak, ok, kılıç girdi işin içine. Savaşlarda da kullanıldılar. Ancak bu aletler çok daha güzel birşeyde, yarışma için de kullanıldılar. En iyi oku kimlerin attığı, en iyi ciriti kimin fırlattığı, en iyi matrak oyununu kimin oynadığı merak edildi hep.

İşte Osmanlı döneminin de bir spor zevki vardı: Okçuluk ve cirit ağırlıklı yarışmalar yapılırdı iki grup arasında. Zamanla takımlar kuruldu ve taraftarlık ortaya çıktı. Sporcular, asker ocağına mensup gruplardı. Kazananlara ödüller verilirdi. Bu işe merak salan sultanlar hiç de az değildi.

Kaldı ki iki takımın adları da farklıydı: Lahana ve bamya. İki sebze. Peki nereden çıktı bu adlar? Söylenceye göre Çelebi Sultan Mehmet başlatır bu rekabeti ve isimlendirme konusunu. Amasya'da valilik yaparken cirit müsabakalarına merak sarar ve Amasyalılarla Merzifonlular'dan oluşan iki süvari birliği kurarak, cirit yarışması yaptırır. Fatih Sultan Mehmet de Amasya ve Merzifon'dan iki atlı birlik oluşturur. İşte burada bir karmaşıklık vardır: Bu iki sultandan hangisinin döneminde iki grubun lahanacılar ve bamyacılar adını aldığı konusunda. Amasya'nın bamyası çok ünlü olduğundan dolayı bu gruba, "bamyacılar"; Merzifon'un lahanası ünlü olduğundan da bu gruba, "lahanacılar" adı verilir. Ve sonrasında rekabet iyice gelişir.

Adını spor müsabakalarından alan Ok Meydanı, At Meydanı, Cündi (at binicisi anlamında) Meydanı gibi açık alanlarda düzenlendi yarışlar. Ne yazık ki Kadırga'daki Cündi Meydanı'nın adı çok yanlış bir manaya sürüklenerek, Cinci Meydanı olup çıkıvermiş yakın zamanda.

İşin güzel tarafı, Osmanlı döneminin spor rekabetlerinden günümüze gelen anıtlar, güzel öyküleriyle de göz kamaştırmakta. En önemlileri Topkapı Sarayı'nda: Biri lahanacılar adına, biri bamyacılar adına dikilmiş. Lahanacıların taraftarı olan Sultan III. Selim'in, yaklaşık 200 metre mesafeden bir yumurtayı tüfekle vurması şerefine, bugünkü Lahanacılar Anıtını diktirdiğini öğreniyoruz. Dikiliş tarihi ise, üzerindeki güzel yazıtta saklı: 1790. Yani günümüzden tam 229 sene önce. Diğeri, yani Bamyacılar Anıtının bamyası bugün yerinde yok. Lâkin bu anıtı da Bamyacılar taraftarı olan Sultan II. Mahmud'un 19. yüzyılın başlarında diktirdiği bilinmekte.

Çengelköy'de de bu kez bir anıt değil ama bir çeşme göze çarpar. Kitâbesi de olan çeşmenin üzerinde mermerden bir lahana şeklinde başlık mevcut. Lahanacılar adına yapılmış bir çeşme.

Bitmedi. Taraftarları veya bu kulüplerden birinin parçası olup da ölenlerin mezar taşlarında da bu sembollere rastlanabiliyor. Ne güzel, değil mi? Bir kültür aynı zamanda. Yüzyıllar geçse de aradan bitmeyen bir tutku ve heyecanın adı: Spor.