Depremler, toplum hayatına yaptıkları etkiler bakımından tabii afetlerin en yıkıcı olanlarındandır. Osmanlı tarihi boyunca ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanlarda bütün dengelerin bozulmasına yol açabilecek türden depremler meydana geldiği bilinmektedir. Dönemin bilimsel ve teknolojik şartları göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu tahribatın şiddetini anlamak kolaylaşır. İstanbul, bulunduğu konum itibariyle depremlerin sıkça yaşandığı bir yerdi. Osmanlı ülkesini gezen batılı diplomat ve seyyah Busbecq, İstanbul’da bulunduğu süre içinde bir hayli depreme şahit olduğunu ve bunların çok olumsuz sonuçlar doğurduğunu söylemektedir.

1509 Büyük İstanbul Depremi - Peter Coecke

Bütün Osmanlı tarihi boyunca meydana gelen depremlerin en büyüklerinden biri, belki de en büyüğü 1509 tarihli olanıdır ki, “Küçük Kıyamet” (Kıyamet-i Suğra) olarak da adlandırılmaktadır.

25 Rebiülahir 915 / 14 Ağustos 1509 Salı gecesi, Memalik-i Rum denilen Amasya, Tokat, Sivas, Çorum ve çevresinde başlayan deprem 45 gün boyunca aralıklı ve şiddetli bir şekilde devam etmiş, halk iki ay civarında dışarıda çadırlarda ve örtüler altında barınarak yaşamak zorunda kalmıştı .

Bu deprem aynı şiddette Edirne ve İstanbul’da da olmuştu. Küçük Kıyamet olarak adlandırılacak kadar şiddetli olan bu depremde, yüzden fazla camii ve mescit, binden fazla ev ve çok sayıda dükkân harap olmuştu (İbn Kemal, 1997: 279). İstanbul’daki sarayların bir çoğunda ve surlarda da büyük hasar meydana getiren bu deprem, çok yıkıcı olmuştu.

1509 Depremi en fazla hasarı İstanbul’da yapmış, 4.000 – 5.000 insan hayatını kaybetmişti (Ambraseys ve Finkel, 1995:38) Hatta kimi tahminlere göre ölenlerin sayısı 5.000 – 13.000 arasında olmuştu (İnalcık, 1996: 232). Can kaybının bu denli fazla olmasının önemli bir nedeni de, depremin gece meydana gelmiş olması idi. Kaynaklar, depremin gece yarısına doğru, saat 10:00’da meydana geldiğini yazmaktadır.


Depremden korunmak için Sultan II. Bayezid, Edirne’ye gitmek zorunda kalmış ( Sakin, 2002: 100), fakat İstanbul depreminden 15 gün sonra Edirne’de yeni ve şiddetli bir sarsıntı daha olunca sultan için ahşap bir ev yaptırılmıştı. Aynı sene Şaban ayında yine Edirne’de aynı şiddette bir deprem daha meydana gelmiş, bu kez Tunca Nehri taşarak üç gün boyunca geçit vermemiş ve çok sayıda insanın ölümüne yol açmıştı.

Yine deprem esnasında denizlerde gel-git olaylarının da olduğunu kaynaklar aktarmaktadır (Evangelatou ve Notara, 2001:129). İbn Kemal, deprem sonrasını, “tarifi zor bir manzara vardı” şeklinde ifade ederken, depremden sonra çalışmalar hemen başlatılmıştı.

İstanbul’da yıkılan evleri yaptırmak için yirmi evden bir kişi ve ev başına yirmi ikişer akçe takdiriyle cerahor, yani ücretli amele tedarik edildi, bu suretle Anadolu’dan otuz yedi bin ve Rumeli’den yirmi dokuz bin cerahor çıkarılıp üç bin kadar mimar ve dülger getirildi. Bunlardan başka yayalardan sekiz bin ve müsellem tayfasından üç bin kişiye de kireç yaktırıldı. Bu suretle devlete ait olan İstanbul ve Galata tarafındaki yerler için 18 Zilhicce 915/ 29 Mart 1510’de başlayan inşaat altmış beş günde sona ermişti.

Deprem esnasında, İstanbul’un nüfusunun yaklaşık olarak 100 bin civarında olduğu farz edilirse, nüfusun yaklaşık % 5’i hayatını kaybetmiş oldu. Yine deprem sonrasında inşa ve onarım çalışmalarına doğrudan katılan insan sayısı da dışarıdan getirilenlerle birlikte yaklaşık olarak 80 bin kişi idi. Bu rakamlar depremin büyüklüğü hakkında önemli ipuçları vermektedir. Depremin büyüklüğü, etkilerini ve sonuçlarını da büyütmüştü.

Yıkılan binaların yeniden yapımı ya da onarımı için devlet bir hayli para sarf etmiş ve vergiler toplamıştı Bu dahi başlı başına toplumun ekonomik hayatına büyük bir yük getirmişti. Çok sayıda iş yerinin yıkılması veya hasar görmesi, buralardan geçim temin edenler (sahipleri, çalışanları) için büyük bir yıkımı ifade etmekte idi. Ölenler arasında sanatkâr, tüccar, zengin insanların da olması, toplumdaki ticari aktiviteyi engellemişti. Bütün tabii afetlerde olduğu gibi, batılı kaynakların, “o kadar korkunçtu ki; herkes son duasını okumaya başlamıştı” şeklinde değerlendirdikleri 1509 depreminde de, toplumda psikolojik bir yıkımın meydana gelmiş olduğu göz ardı edilmemelidir.

Nitekim devlet, depremin psikolojik etkilerini ortadan kaldırmak için bir hayli çaba sarf etmiş, bu amaçla “fukaraya altın ve gümüş tabak ve sahanlar içinde yiyecek ve içecek” dağıtmak suretiyle zenginlik gösterisi yapma gereği duymuştu. Buna rağmen bu depremin bütün alanlarda etkilerinin uzun yıllar devam etmiş olduğu kesindir. Özellikle toplumun geçimini doğrudan etkilemesi beklenmelidir.

Kaynaklar:

Busbecq, 2002: 88

Solakzade 1297: 322, Menage, 1988: 323

Evangelatou ve Notara,2001: 125

Solakzade, 1297:323, Kazıcı, 1995:159

Solakzade, 1297:.323 – 324, Menage, 1988: 323

İbn Kemal, 1997: 280

İbn Kemal,1997: 280, Solakzade 1297: 323,324, İnalcık 1996: 232

Solakzade, 1297: 323-324

Vogt,2001: 40