Yarımburgaz Mağarası

Hem İstanbul içindeki hem de Türkiye'deki ilk iskân yerlerinden biri olarak kabul edilen Yarımburgaz Mağarası, bilim dünyasında bilinse de günlük yaşantımıza girmeyen, turizm açısından keşfedilmemiş tarihi zenginliklerimizdendir. İçinde çeşitli odalar ve dehlizler bulunmaktadır.

İlk Çalışmayı Osmanlılar Yaptı

İlk olarak Osmanlı döneminde, Tıp Fakültesi hocalarından ve asıl adı Dr. Hammerschmidt olan Abdullah Bey tarafından 1869-70 yıllarında tanıtılmıştır. Cumhuriyet döneminin başlarından itibaren mağarada çeşitli araştırma ve kazılar yapılmıştır. Kazılarda elde edilen sonuçlara göre mağara, Alt Paleolitik dediğimiz çağdan (1.4000.000-220.000 arası) Erken Bizans dönemlerine kadar kullanılmıştır. Bu dönemlere ait çeşitli günlük kullanım objeleri bulunmuştur.

Kayık ve Gemi Resimleriyle süslü duvarlar

Küçükçekmece Gölü ile mağara arasında olduğu varsayılan derenin suyunun çekilmesi neticesinde Göl ile olan bağlantısının kesildiği düşünülmektedir. Mağara duvarlarındaki kırmızı kille yapılan gemi çizimlerinin de göle demirleyen gemilerle ilgili olduğu sanılmaktadır. Duvardaki üç kayık (gemi) resminden en büyüğü 95 cm. uzunluğundadır ve kürekleri de bulunmaktadır. Koyu renkli gemilerden diğer ikisi daha sadedir.

Araştırmalar sırasında mağara içi ve etrafında Mamut kemiklerine de rastlanmıştır.

Tapınak ve Kilise

Şevket Aziz Kansu'nun anlattığı kadarıyla yapılan çalışmalarda mağaranın üst galerisinde pagan tapınağı ve hıristiyanlığın yaygınlaşmasıyla kilise olarak kullanıldığı kabul edilen verilere ulaşılmış. Kilisenin kayaya oyulması, onu çok önemli yapmaktadır. Belki de İstanbul'un ilk hıristiyanlarının bir kısmı burada gizli bir kilise yaparak, ibadetlerini yerine getirdiler....

Halk arasında eskiden bir söylence olduğu bilinmektedir. Buna göre mağaranın yanında bir zamanlar çok güzel bir menba suyu bulunuyordu ki, suyun Tuna Nehri'nden geldiğine inanılırdı. Ayrıca mağaranın da İstanbul'a kadar uzandığına dair efsaneler yaratılmıştır