İmaret, Türk toplumunda fakirlerin, medrese talebelerinin, yolcu ve misafirlerin günlük yiyecek ihtiyacını karşılamak maksadıyla, günde iki defa sıcak yiyecek dağıtan vakıf müessesidir.

Türk İslam uygarlığı tarihinde, Arapça’da “bayındırlık” anlamına gelen “umran” kelimesinden türetilmiş olan ve “imar edilmiş, mamur, bayındır” anlamını içeren “imaret” terimi bir taraftan bu özelliğe sahip her türlü yapıyı ya da yapılar topluluğunu ifade edegelmiş, diğer taraftan günümüzde de geçerli olan ve “bir hayır eserinde görevli olanlar, burada konaklayanlar, çevredeki muhtaçlar ve talebeler için büyük miktarda yemeğin pişirildiği, dağıtıldığı ve yendiği tesis” şeklinde tanımlanabilir.

Dar manasıyla “aşevi” olarak tanımlanabilen, geniş manasıyla ise; bir şehir veya kasabanın nüvesini teşkil eden külliye diyebileceğimiz imaretin kapsamına cami, medrese, hastane, aşevi, tabhane, mektep, kervansaray, kütüphane, hankah, arasta, hamam, vs. gibi insanlara faydalı olan tesisler girmektedir. Genellikle bir cami etrafında toplanmış olan bu tesislerin meydana getirdiği imaret külliyesi, şehirlerin gelişmesinde de önemli bir rol oynuyordu.

İmaretlerin kurucuları genellikle sultanlar, onların anneleri, kızları ve eşlerinin de içinde bulunduğu imparatorluk ailesinden kişilerdir. Vezirler ve paşalar da servetlerini mevcut imaretlere bağışlayabiliyorlardı.

İmaretler çeşitli bölümlerden oluşmaktaydı:

  • Mutfak (Matbah)
  • Fırın (Fodla fırını)
  • Erzak depoları (Kiler ve ambar)
  • Me’kel (Yemekhane)
  • Müstahdem koğuşları

İmaretlerin belli personeli de vardır. Bunlar:

  • Şeyh (İdareci olup, yapılan işlerin tamamına nezaret eder, misafirleri karşılayıp hoş tutulmalarını sağlar.)
  • Vekilharç (İmarete gerekli gıda maddelerinin alınmasına nezaret eder.)
  • Kâtip (Gelir gider kayıtlarını tutar.)
  • Nakib
  • Bevvâb
  • Et hamalı
  • Ambarcı
  • Ferrâşlar, Kayyım, Çerağdar (İmaretin tamamının bakım ve temizliğini yaparlar.)
  • Hamallar
  • Çok sayıda aşçı
  • Fırıncılar ve yardımcıları
  • Pirinç, buğday yıkayanlar ve kurutanlar
  • Tabak, çanak yıkayanlar ve taşıyanlar
  • Kilerciler (Alınan gıda maddelerinin muhafaza edilip gerektiğinde mutfağa verilmesi görevini üstlenirdi.)
  • Sorumlular ve kapıcılar
  • Kasap ve değirmenci (gerek duyulduğunda)

İmaretin imkânlarından istifade edenleri şöyle sıralayabiliriz:

  • Medrese talebesi,
  • Cami ve hayrat hademesi,
  • Fakirler
  • Yolcu ve misafirler olarak dört ana gurupta sıralayabiliriz. Ayrıca;
  • müderrisler,
  • danişmendler (kadıların yanındaki stajyerler),
  • muîdler (muallim yardımcısı),
  • bevvâblar (kapıcılar),
  • evkaf kâtibi,
  • vekilharç,
  • kilerci,
  • tabhâne imamı ve müezzini,
  • aşçılar,
  • ekmekçiler,
  • tabak taşıyanlar,
  • tabak ve çanak yıkayıcıları,
  • çerağcılar,
  • ahırcılar,
  • kapıcılar,
  • nöbetçi yeniçerileri,
  • cami imamı ve müezzini,
  • bekçi,
  • hafız-ı kütübler,
  • perdeciler, kayyımlar,
  • na’thanlar,
  • mektep muallimi,
  • mutemetler,
  • türbedar, noktacı,
  • dolapçı,
  • kurşuncu,
  • dârüşşifada
  • görevli hekimler ve yardımcıları,
  • hastalar,
  • çamaşırcılar gibi bütün külliye görevlileriyle talebenin günlük yemek ihtiyacı da buradan sağlanırdı.

Bunlardan başka sayısı değişen ihtiyaç sahipleri vardı. Çalışanlar, öğrenci, misafir ve fakirlerin sayıları göz önüne alınırsa büyük imaretlerde günde yaklaşık 1000-2000 kişi arasında insana yetecek kadar yemek çıkarılmaktaydı.

İmaretlerin belli bir nizamnamesi (yönetmelik) vardı ve buna göre hareket edilirdi. Bu bakımdan, öğrencilerin imaretlere nasıl girecekleri, ne kadar yemek alacakları, nerede ve nasıl oturmaları gerektiğine varıncaya kadar her türlü hareketleri bir nizama bağlanmıştır. İmaretlerde pişen yemekler ve onlardan istifade edenlerin nasıl hareket edeceklerine dair hükümler hemen hemen bütün imaretlerde aynıdır.

İstanbul Haseki İmareti

Buna göre; imaretler, sabah namazı vakti açılır, sabah derslerinden evvel fodlalar (90 dirhemlik ekmek) dağıtılarak talebeye buğday ve arpa unundan veya kırmasından mamul çorba dağıtılır. Bu çorba, imaret içinde “Me’kel” denilen yerde her talebeye büyük bir kepçe olarak verilerek taslarla içilirdi. Dersten çıktıktan sonra yağlı pirinç çorbası alınır. Buna bazen nohut da katılır. Akşamları pirinç pilavı ile zirve (incir, üzüm, hurma ile pirinç ve şekerden yapılır) ikram edilirdi. Perşembe günleri her imarette mutlaka zerde ile pilav dağıtılırdı. Cuma geceleri, kandil geceleri, bayram günlerinde tane pirinç ve zerde ve zirve pişirilirdi. İmaretlerde gıda maddelerinin en iyisinin alınması ve aynı yerden alışveriş etme yerine nerede iyisi bulunuyorsa oradan alınması şart koşulmuştur. Sosyal bir hayır kurumu olan imaretlerdeki yemeklerin kaliteli olmasına dikkat edilirdi. Uygun olmayan ve hijyen şartlarını taşımayan gıda maddeleri imarete sokulmazdı. İmaretlerde, yemek konusunda olduğu gibi diğer sağlık konularında ve temizlik işine de son derece önem verilirdi.

Bu müesseselerde görev alacak olanların herhangi bir hastalığının bulunmamasına özen gösterilmekteydi. Ayrıca buradaki işlerin daha sağlıklı ve zamanında yapılabilmesi için imaretlerde çalışanların evlerinin mutlaka imarete yakın olması gerekirdi. Hiç kimse imarete inmekten men olunamazdı. Hizmetçiler, gelenlere en güzel şekilde hizmet etmek zorundaydılar. İmarete inen kimse orada üç gün kalabilirdi. Bundan sonrası mütevellinin kararına bağlıydı.

Müslüman Türk toplumunun ekonomik ve sosyal hayatında en çok kullanılan kavramlardan biri olan imaretin temeli vakıf sistemine dayanıyordu. Sadece Allah rızasını gözeterek kurulan bu hayır müesseseleri yüzyıllar boyunca önemli hizmetleri ifa etmiş ve toplum hayatını etkileyecek faaliyetler göstermiştir. Günlük hayat içerisinde fakir fukaranın ve talebenin gözetilmesi, onların bir akım zorluklardan kurtarılması açısından imaretler son derece önemli bir görev üstlenmişlerdi.

Osmanlı devrinde, gerek devlet olarak gerekse toplum olarak ilmî ve kültürel faaliyetlere önem verilmiş, bu faaliyetler için müesseseler inşa edilmiştir. Fakat bu müesseseler yapılırken buralarda eğitim görecek veya çalışacak insanların günlük yaşamını kolaylaştıracak tedbirler alınmıştır. Yapılan medreselerin yanında veya civarında birer imaret vücuda getirerek, dinî ve ilmî sahada tahsil gören talebeyi maişet derdinden kurtarma adına büyük fedakârlıklara katlanılmıştır. Eğitim faaliyetlerinin yanında öğrencilerin bu tür çalışmalarla desteklenmesi, gelecek adına önemli bir adım olduğu gibi toplumsal bağların güçlenmesi, toplumda yardımlaşma ve hayır kurumlarının yerleşmesi açısından da son derece önemlidir.

İstanbul Nuruosmaniye İmareti

Osmanlı toplumu, imaretler sayesinde eğitim gören öğrencileri destekleyerek, onlara kolaylıklar sağlamış, daha sağlıklı ve kültürlü bireyler yetişmesine katkıda bulunmuştur. Fakir ve kimsesizlere de yardımda bulunarak toplumun aksayan yönlerinin giderilmesi, ahenkli bir düzenin oluşabilmesi için çaba sarf etmiştir. Tüm bu faaliyetler dünyaya bakan yönüyle, toplumda bir düzen ve yardımlaşma ortamı oluşturmak, manevi yönüyle de bir hayır elde edip Allah’ın rızasını kazanmak temennisi ve manevi bir hoşnutluk kazanmak gayesiyle gerçekleştirilmiştir. Osmanlı toplumunda vakıf faaliyetlerinin çoğunluğunun bu gayeler doğrultusunda yapıldığını söyleyebiliriz.

İstanbul Ayasofya İmareti

İmaretlerde hastaların mutfağı ayrıydı. Onlara doktorların tavsiye ve tedbirlerine göre yemek pişirilmekteydi. Misafirlere, Türk geleneklerine uygun olarak özel yemekler pişirilmekte, hatta hayvanlarına verilecek arpa, yulaf vs. için yıllık ödenek ayrılıp bunların hak geçirmeden dağıtılması istenmektedir. Tüm bunlar da bize buraların iş olsun diye değil, gerçekten her yönüyle düşünülerek yapıldığını göstermesi ve Türk toplumundaki bilinci yansıtması açısından önemlidir.

İstanbul Süleymaniye İmareti

Memleketin iktisadi ve içtimai hayatında, irfan, imar ve kültürünün gelişmesinde büyük bir hizmet ifa eden imaret müessesesi, ne yazık ki son zamanlarda, memleketin umumi şartlarına bağlı olarak vazifesini hakkiyle icra edemez oldu. Bunun üzerine 19 Rebiyülevvel 1329 tarihinde (20 Mart 1911) çıkarılan bir kanunla İstanbul’daki yirmi imaretin on sekizi kapatılıyor, sadece fakirlere bakmak üzere iki tanesinin faaliyetlerine devam etmesine müsaade ediliyordu. Farkına varılan bu hata düzeltilerek, 10 Zilkade 1332'de (30 Eylül 1913) neşredilen başka bir nizamname ile (madde 12) yine talebeye mahsus olmak üzere Fatih, Şehzâde, Nur u Osmaniye ve Valide-i Atik imaretleri tekrar ihya edildiler.

Osmanlı mimarisinde ilk örneklerine Orhan Gazi döneminde rastlanan imaretler İstanbul’un fethine kadar gelişimlerini aralıksız sürdürmüş, iki yüzyılı aşkın bu süre zarfında çok sayıda imaret inşa edilmiş, ancak bunların pek azı günümüze ulaşabilmiştir.

İstanbul’da faaliyet göstermiş olan imaretler:

  • Sultan Fatih İmareti,
  • Sultan Selim İmareti,
  • Sultan Süleyman İmareti,
  • Sultan Ahmet İmareti,
  • Sultan Mustafa İmareti (Laleli),
  • Sultan Hamid ? İmareti,
  • Sultan Bayezid İmareti,
  • Sultan Osman İmareti,
  • Ayasofya İmareti,
  • Mihrişah İmareti (Eyüp’te),
  • Fatih İmareti (Eyüp’te)
  • Şehzade İmareti,
  • Beşirağa İmareti,
  • Atik Ali Paşa İmareti,
  • Şehzade Tabhânesi,
  • Haseki İmareti,
  • Mihrimah İmareti (Üsküdar’da)
  • Atik Valide İmareti (Üsküdar’da),
  • Ahmediye İmareti (Üsküdar’da),
  • Koca Mustafa Paşa İmareti.

İstanbul Şehzade Mehmed İmareti​​​​​​​

Bu imaretlerden öne çıkan bazılarına bakmak gerekirse;

Sultan Fatih İmareti:

İstanbul’da tespit edilen en erken tarihli imaret 1463-1470 arasında tamamlanan Fatih Külliyesi’nin güneybatı kesiminde, tabhane ve kervansaray ile yan yana yer alan Sultan Fatih İmareti'dir.

Sultan Bayezid İmareti:

1500-1505 arasında inşa edilen Bayezid Külliyesi’nde imaret ile kervansaray caminin doğu yönünde, birbirine bitişik olarak sıralanmakta, bunlardan soyutlanmış olan tabhaneler ise, tabhaneli cami geleneğine uyarak cami hariminin güneydoğu ve güneybatı köşelerine yerleştirilmiş bulunmaktadır. Günümüzde Beyazıt Devlet Kitaplığı olarak kullanılmaktadır.

Şehzade İmareti:

1543-1548 arasında inşa edilen Şehzade Külliyesi’nin kaynaklarda “Darüzziyâfe” ve “Darü’l-it’am” olarak anılan imareti caminin kıble yönünde, Dede Efendi Sokağı’nın güney yakasında bulunmaktadır. Yapının doğu kanadı günümüzde İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü deposu, batı kanadı ise İstanbul Üniversitesi’ne bağlı bir matbaa olarak kullanılmaktadır.

Sultan Süleyman İmareti:

1550-1557 arasında inşa edilen Süleymaniye Külliyesi’nin, “Darüzziyâfe” olarak tanınan imareti, Osmanlı imaretleri içinde, bânisinin, mimarının ve bağlı bulunduğu külliyenin ihtişamı ile orantılı, seçkin bir yere sahiptir. İmaret ile buna komşu olan tabhane, caminin kuzey yönünde yer almaktadır. Uzun müddet Türk İslam Eserleri Müzesi olarak kullanılan yapı, günümüzde ise geleneksel Osmanlı yemeklerinin sunulduğu bir lokanta olarak kullanılmaktadır.

Atik Valide İmareti (Üsküdar’da):

1570-1579 arasında inşa edilen Atik Valide Külliyesi’nin imareti de kervansaray ve tabhane bölümleri ile bir bütün teşkil etmekte, bunlara bitişik olan darüşşifa, darülhadis ve darülkurra bölümleri ile caminin batı yönündeki yapı adasını işgal etmektedir.

Sultan Ahmed İmareti:

1616 tarihli Sultan Ahmed Külliyesi’nin imareti ise dağınık tasarımı ile Sinan’ın tasarladığı imaretlerden tamamen farklı bir özellik arz eder. At Meydanı’nın batısında yer alan ve günümüzde kısmen Marmara Üniversitesi Rektörlüğü, kısmen de Sultanahmet Endüstri Meslek Lisesi tarafından çeşitli amaçlarla kullanılan imaret bölümleri kare planlı ve kubbeli birimlerden oluşmakta ve bağımsız yapılar halinde tasarlanmış bulunmaktadır.

​​​​​​​

KAYNAK:

http://www.istanbulkulturenvanteri.gov.tr/

https://dergipark.org.tr/en/download/article