EDİRNE'DE NERELER GEZİLMELİDİR

Edirne'de bir gün içerisinde gezebileceğiniz tüm tarihi ve kültürel yerleri bu haberde bulabilirsiniz.

Sabah saat 06:00'da İstanbul’dan yola çıkın, tarihe doymak mistik bir şehirde efsane yapılar arasında bir gün geçirmek için ne kada erken yola koyulsanı o kadar iyi olur.

Her anı dolu dolu bir Edirne yaşamak için önerilerimizin işinize yaraycağını düşünüyoruz.

İSTANBUL'DAN GİDENLER İÇİN

Bakırköy’den çıkarsanız kendi aracınızla 2-2,5 saatte gidebileceğimiz bir yer Edirne, yine Esenler Otogarından 45-50 TL ile Edirne Otogara da ulaşabilirsiniz. Ancak biz yol boyunca duraklardan arkadaşlarımızı aldığımız için yolun 3-4 saat sürdüğünü belirtmem gerek.

TEM üzerindeki Metro Dinlenme tesislerinde topluca kahvaltı yaparak başlamış olduk güne ve 10:30'da Edirne'ye vardık.

EDİRNE

İlkçağda Orta Asya’dan göç edip buraya yerleşen Traklar tarafından kurulduğu bilinmektedir. Trakların çeşitli zamanlarda kurduğu küçük devletler tarafından yönetilen Trakya, bir süre Persler tarafından işgal edilmiş, daha sonra Makedon Krallığına geçmiştir. Edirne ise M.S. 123-124 yıllarında Doğu'ya bir gezi yapan Roma İmparatorlarından Hadrianus tarafından yeniden kurulmuşçasına imar edilmiş ve şehir artık "Hadrianus'un Kenti" anlamına gelen Hadrianapolis olarak anılmıştır. Dönem dönem Avarlar, Peçenekler ve Bulgarlar tarafından ele geçirilen şehir her defasında yeniden Bizanslıların eline geçmiştir.

1361 yılında I. Murat zamanında Lala Şahin Paşa tarafından fethedilene dek Bizans egemenliğinde kalmıştır. 1. Murat zamanında yazılan mektuplarda artık adı Edirne olarak anılmaya başlamıştır. Osmanlılar kenti 1365 yılında başkent yaptılar. 1453 yılında İstanbul’un fethine kadar 88 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nun payitahtı olan kent, daha sonraki yıllarda “Paşa Sancağı” adıyla Rumeli Beylerbeyliği’ne bağlı bir vilayet olarak kalmıştır.

Ancak kent fetret döneminde kardeşlerin, daha sonra Düzmece Mustafa olayında sahte kardeşin mücadelelerine, yeniçerilerin 2. Mehmet’e isyanı ile baba 2. Murat’ın 3. Kere tahta çıkışına, baba 2. Bayezıt ile oğlu Selim arasındaki taht kavgasına tanıklık etti, bunun yanı sıra yüzyıllarca Osmanlı’nın Avrupa seferlerinde merkez üs oldu. Hatta 4. Mehmet ile 2. Mustafa payitaht İstanbul olmasına rağmen hayatını Edirne’de geçirmiştir.

1829 yılında birkaç ay, 1878 yılında 13 ay Rus işgalinde kalan Edirne, Balkan Savaşlarında 1913 yılında da 4-5 ay kadar da Bulgar- Sırp işgalinde kaldı ve son kez 1920-1922 arasında Yunan işgaline uğradı.

17. yy'da Edirne 350 bin nüfusu ile İstanbul, Paris ve Londra'dan sonra Avrupa'nın dördüncü büyük kentiydi. İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751) depremler (1752) ve işgaller (1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve ekonomik dengelerini etkiledi. 1900'lü yılların başında şehrin nüfusu 200 binin altına düşmüştü.

24 Temmuz 1923'deki Lozan Antlaşması'yla da o artık Türkiye Cumhuriyeti'nin Trakya bölgesinde Yunanistan ve Bulgaristan sınırı boyunca uzanan, bağrında pek çok Türk anıtını taşıyan sınır kentiydi. İstanbul ve Bursa'dan sonra Osmanlı Eserleri bakımından en zengin üçüncü şehrimizdir.

Edirne Arkeoloji Ve Etnografya Müzesi

Gezimize müze ziyareti ile başladık. Edirne Arkeoloji ve Etnoğrafya Müzesi iki bölüm ve bahçe sergilemelerinden oluşan ilave bir bölüme sahiptir. 1971 yılında hizmete açılmıştır. Girişi 2018 yılı için 6,00 TL olan müzede Sergileme Paleontolojik döneme ait fosillerle başlar.

Bu bölümde Edirne ve yakın çevresinde bulunan 3. Zaman sonuna ait fil, gergedan ve at türünden hayvanların defans, çene kemiği, diş ve omurlarına ait parçalar vardır. Ayrıca günümüzden 30 milyon yıl önceye tarihlenen fosiller ile diğer deniz hayvanları ve bitki fosilleri de yer almaktadır. Bahçe girişinde, Roma dönemine ait lahitler, dolmen ve Menhirler; hemen arkasında Osmanlı Dönemi’ne ait mezar taşları sergilenmektedir. Bahçede ayrıca, Helenistik, Roma ve Doğu Roma dönemlerine ait sütun başlıkları, heykeller ve Osmanlı Dönemine ait su kültürü ile ilgili olan Edirne’nin balıklı havuzları ve kuşlukları sergilenmektedir.

Etnoğrafya bölümünde ise özgün kültürün yansımaları dikkat çekmektedir. Gelin odasında bulunan halılar, işlemeler, Edirnekari yüklükler devrin sanat değeri yüksek değerli eserleridir. Salonda sergilenen tombak ibrikler, buhurdanlıklar, gülabdanlar dikkati çekmektedir. Balkanlara has yöresel kıyafetler kentin etnografik kimliğine ışık tutacak niteliktedir. Hat sanatının değişik örnekleriyle temsil edildiği salonda ayrıca, Ulu Önder Atatürk’ün Edirne’ye yaptığı ziyaret sırasında kullandığı bazı özel eşyalar da sergilenmektedir.

Selimiye Camii

Müze gezimizin ardından Selimiye Camii avlusuna geçtik. Edirne ile özdeşleşerek bu kentin simgesi haline gelen Selimiye Camii Mimar Sinan’ın eseri. Osmanlı İmparatorluğu’nun gücünün zirvesinde olduğu yıllarda yaşayan Mimar Sinan Osmanlı mimarisinin zirve noktasını meydana getirdiği söylenebilir. Hatta camiyi yalnızca Osmanlı’nın değil dünya mimarlık tarihinin en gözde eserlerinden biri olarak tanımlamak gerekir zira Cami UNESCO Dünya Miras Listesi’nde yer alıyor. Yapının mülkiyeti Sultan Selim Vakfındadır.

İhtişamlı görüntüsüyle herkesi kendine hayran bırakan Selimiye Camiinin yapımına 1568 yılında başlanmış ve yaklaşık 15.000 kişinin çalışmasıyla 7 yılda tamamlanabilmiştir.

Tarihe muhteşem eserler bırakan Mimar Sinan 80 yaşında yaptığı bu camiyi “Ustalık Eserim” olarak tanımlar. Ayrıca yaptığı çalışmalardan bahsettiği Tezkiret-ül Bünyan adlı eserinde burada meydana getirdiği kubbe ile Ayasofya’nın kubbesini aştığını, minarelerinin ise eşsiz olduğunu belirtir.

Kesme taştan yapılan cami iç bölümüyle 1.620 m2'lik,tümüyle 2.475 m2'lik bir alanı kaplar. Selimiye Camii, yerden yüksekliği 43.28 m. olan, 31.30m. çapındaki kubbesiyle ilgi çeker. Ayasofya'nınkinden daha büyük olan Kubbe, 6 m. genişliğindeki kemerlerle birbirine bağlanan 8 büyük payeye oturur. (Ayasofya kubbenin zeminden yüksekliği 55.60 m, çapı ise kuzey güney doğrultusunda 31,87. m, doğu batı doğrultusunda ise 30.86 m.dir.)

Müezzinler Mahfeli'nin kuzeydoğu yönünde; köşedeki mermer ayağında, Bir küçük terslale motifi bulunur.Yaygın söylenceye göre bu lale, Cami arsasının sahibi olan ve burada lale yetiştiren kişinin, arsaya Cami yapımı için çıkardığı güçlük ve ters tutumunu sembolize etmektedir ancak başka söylentiler de mevcuttur.

1913 yılındaki Bulgar kuşatmasında camiye isabet eden top izlerinden biri hala görülebilir durumdadır. Bu iz Sultan Mahfeli yönünde ve kubbecikte bulunmaktadır.

Dört minarede 380 cm. çapında, külaha kadar 70.80 m. külah ve alem dahil 85 m. yüksekliğindedir. Selimiye'den yüksek tek minare ise Delhi'deki Kutb-Minar'dır. Ancak bu minare Selimiye minarelerine göre çok kalındır. (Şu anda 200-300 metrelik minareler de yapılmaktadır.)

Türk ve İslam Eserleri Müzesi

Türk ve İslam Eserleri Müzesi Selimiye Camisi avlusu içinde bulunan Dar-ül Tedris Medresesidir ve eserler 14 odada sergilenmektedir.

Pehlivanlar Odası Tekke Eşyaları Odası Çorap Odası İşleme ve Levha Odası Silâh Odası I-II Balkan Harbi Odas Çini ve seramik Odası: Sarayiçi Odası Edirne Misafir Odası Mutfak Eşyaları Odası Ölçü Aletleri Odası Ağaç İşleri Odası I-II Galeride el kantarından, ahşap edirnekariye, çinilerden, balkan savaşında kullanılan silahlara, güreşçilerden arbolet ve oklara kadar eserler sergilenmektedir.

Müze gezimizin ardından çarşıya doğru inen yolda yürüdük ve yolda İttihat ve Terraki Kulüp binasını da dışardan gördük, bina şu anda Edirne Belediyesi binası olarak kullanılmakta. Hemen sonundan sağa doğru dönerek bir sonraki durağımıza yani en eski camilerden biri olan Üç Şerefeli Camiiye doğru yürüdük.

Burada Koca Yemiş Han kalıntılarının hemen alt tarafında Fatih Sultan Mehmet heykeli ve şahi toplarının önünde Selimiye Camiini arkamıza akalarak Edirne fotoğrafımızı da çektirdik.

Üç Şerefeli Cami

Bu camiiyi 1443-1447 arasında, Sultan II. Murat yaptırmıştır. Cami Osmanlı sanatında erken ile Klasik dönem uslübu arasında yer alır. Bu camiide ilk kez uygulanan bir planla karşılaşılmaktadır. 24 m. çapındaki büyük merkezi kubbe altı dayanağa oturur. Yanlarda daha küçük ikişer kubbe vardır. Yapı, bir yenilik olarak, enine dikdörtgen bir yapıdır. Böylece enine gelişen mekana ulaşılmak istenmiştir.

Bu planı Mimar Sinan İstanbul camilerinde daha gelişmiş biçimiyle uygulamıştır. Ayrıca, Osmanlı mimarisinde revaklı avlu ilk kez bu Camide kullanılmıştır. Avlunun dört köşelerine minareler yerleştirilmiştir. Üç Şerefeli Cami, bu özellikleriyle sonraki camilere öncü olan anıtsal bir yapıdır. Camiye adını veren üç şerefeli anıtsal minare, 67.62 m. yüksekliğindedir. Her şerefeye ayrı yollardan çıkılması ve çıkanların birbirini görmemesi de ilginçtir.

Makedonya Kulesi

Roma Kralı Hadrianus tarafından kurulan kenti çevreleyen surların kulelerinden günümün gelen tek yapı olan Makedonya kulesi ve çevresi, yapılan kazı sonrası 'Kentsel Arkeoloji Parkı' olarak ayaktadır.

Kule üzerine 3 katlı saat kulesi önce ahşaptan yapıldı, yangında kül oldu... Bu sefer taş ve tuğladan yeniden yapıldı, depremde hasar gördü, direndi. En sonunda yıkılma riski taşıyor ve şehrin siluetinde "görüntüyü bozuyor" diye 1953 yılında dinamitle havaya uçuruldu, üst katları yıkılan kulenin ilk katı ve saat kulesinin ilk katı ayakta kalmayı başarmıştır. Bugün yeniden canlandırılmaya ve eski önemini kazandırılmaya çalışılmaktadır.

Eski Cami (Cami Atik – Ulu Cami)

Makedonya Kulesini gezdikten sonra hemen 300 metre yürüyerek tekrar meydana çıktık ve burada Eski Camiyi gezmeye başladık. Edirne'de Osmanlılardan günümüze ulaşmış en eski anıtsal yapıdır.

Bursa Ulu Camiye çok benzemektedir yapım yılları da birbirine çok yakındır. Fetret Devrinde 1403'te Süleyman Çelebi tarafından yapımına başlanmış, Çelebi Sultan Mehmet zamanında 1414'te bitirilmiştir.

Mimarı Konyalı Hacı Alaaddin'dir. Cami, Üç Şerefeli Cami’nin yapılmasının ardından Eski Cami adını almıştır. Cami, 1748 yılında yangında, 1752 yılında depremde zarar görmüştür. 1754 ve 1934 yılında onarılmıştır.

II. Murat döneminde Edirne'ye gelen ve Camiye girerek vaaz verdiği Söylenen Hacı Bayram Veli'nin anısına duyulan saygı nedeniyle vaaz kürsüsü imamlarca kullanılmamaktadır. Ayrıca Kabe'den getirildiği rivayet edilen ve mihrabın sağında bulunan Kabe Taşı, özel bir ziyaret noktasıdır. Çok kubbeli cami örneklerindendir.

Alipaşa Çarşısı (Kapalı Çarşı)

Cami gezilerinin hemen ardınan önce Saraçlar Caddesine girdik ancak buradan yürümektense hemen çarşı içine girerek yemek yiyeceğimiz yere Çarşı içinden yürüdük. Ali Paşa Çarşısı Kanuni Sultan Süleyman'ın son yıllarında Sadrazamlık yapan Ali Paşa tarafından 1569 yılında Mimar Sinan'a yaptırılmıştır. Çarşının bir özelliği de kemerlerinin kırmızı-beyaz taştan yapılmış olmasıdır. Ancak içerisinin turistik olmadığını veya çok ilgi çekmediğini söylemek yanlış olmaz, daha çok kıyafet satılmaya başlanmış sıradan bir çarşıya dönüşmüş durumda.

Öğle yemeğimiz için planımız tabi ki ciğerdi, çok alternatif var biz kemal Usta veya Niyazi Usta derken Niyazi Ustayı seçtik ve pişman olmadık, ilginç şekilde hem sıra yoktu hem de tahmin ettiğimiz gibi tadı çok güzeldi ancak havaların iyi olduğu günlerde birçoğu önünde kuyruk olduğunu bilmek gerekli.

Yemek sonrasında biraz ara sokaklarda yürüdük ve sonra yine Saraçlar Caddesine çıktık, burada iki katlı olan yapıların dış cephelerine küçük dokunuşlar gerçekten caddeyi ve ara sokakları daha gezilebilir yapmış. Yaklaşık 500 metre yürüyüşümüzün ardından Sinagogun bulunduğu sokağa çıktık.

Edirne Büyük Sinanogu

20. yy başlarına kadar Edirne kentinde çoğunluğu Müslüman, Musevi, Rum ve Bulgar olmak üzere pek çok dine mensup insanlar bir arada yaşamıştır. Özellikle Yahudilerin dinsel merkezi olarak Edirne gösterilmiştir.

Osmanlı İmparatorluğundan önce 1492 yıllarında, Portekiz ve İspanya’dan göç eden Museviler burada kendi ibadet yerlerini kurmuşlar ve zamanla şehirdeki sinagog sayısı 13’ü bulmuştur. Ancak 1905 yılında Harik-i Kebir (Büyük Yangın) diye anılan çıkan yangında, Kaleiçi semtinde Yahudi evleriyle birlikte tüm bu sinagoglar zarar görmüştür.

Edirne’de yangınla birlikte tahrip olan 13 sinagog yerine büyük bir sinagog inşa edilmesi gerekmektedir. Bu sinagogun inşası 2. Abdülhamit tarafından 1906 ferman verilmiş inşası 1907 yılında tamamlanmıştır.

Sinagog 1983 yılına kadar ibadethane olarak kullanıldı ve Yahudilerin Edirne’yi terk etmeleri nedeni ile yıkılmaya yüz tuttu, çatısı tamamen çöktü ve 4 duvardan ibaret kaldı. Bu sinagog 2010 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğü kararı ile restore edildi. Sinagog içerisinde restorasyondan önceki harap haline dair görseller de konulmuş durumda. 26 Mart 2015 tarihinde devlet temsilcileri ve Yahudi cemaati fertlerinin katılımı ile yeniden hizmete açıldı. Edirne Büyük Sinagogu’nu mesai saatleri içinde ziyaret etmeniz mümkündür. İbadethane olarak yer aldığı için girişler ücretsizdir.

Avrupa’nın en büyük, dünyanınsa üçüncü büyük sinagogu durumundadır.

Vakıf Kültür ve Sanat Evi

Sinagogun hemen arkasında idari bina olarak düşünülen ancak şu anda 4 sanatçının el emeklerini sergiledikleri bir sanat evi var. Bina olarak kırmızı tuğlaların kullanıldığı bina, kendisi de bir müze gibi, içerideki her köşenin detaylıca gezilmesi gerekiyor belki ancak zaman sorunumuz bizim biraz hızlı bir tur daha yapmamıza neden oldu.

Buraya kadar gezdiğimiz bütün yerler yürüme mesafesindeydi ancak Sinagog çıkışında bizi bekleyen otobüsümüz ile sonraki durağımıza doğru yola çıktık, sonraki durağımız Darüşşifa.

Sultan II. Bayezıd Külliyesi Sağlık Müzesi

Osmanlı İmparatorluğu'nun 2. Başkenti durumundaki Edirne'yi bir darüşşifaya kavuşturmak amacıyla temeli 1484 yılında atılan ve 4 yıl gibi kısa bir sürede bitirilerek 1488 yılında hizmete açılan bu külliyenin kurucusu Fatih Sultan Mehmet'in oğlu ve II. Bayezid'tir.

Külliyenin önemli bir bölümünü oluşturan Tıp Medresesi, medrese ve şifahane bölümlerinden oluşmaktadır. Medrese öğrencilerin eğitim gördükleri yerdir. Musikiyle hasta tedavisi bu hastanenin özellikleri arasındadır ve akustiği oldukça hassastır.

Geçen zaman içinde, Darrüşşifa'daki hizmet şekli değişikliğe uğramıştır.

Kuruluşunda çok yönlü bir hastane iken bir süre sonra sadece akıl ve ruh hastalarının tedavi edildiği bir ünite halini almış daha sonrada bu tür hastaların tercih edildiği bakımsız bir kurum haline gelmiştir.

Külliye'nin camii hariç diğer bölümleri Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından 1984 yılında Trakya Üniversitesi'ne devredilmiştir. Darrüşşifa'nın Trakya Üniversitesi bünyesinde Sağlık Müzesine dönüştürülmesi çalışmalarına ise 1993 yılında başlanmış ve 1997 yılında müzeye dönüşmüştür. Burada da hızlı bir tur atarak, Adalet Kasrı ve Balkan şehitliği Anıtına doğru yola çıktık.

Sarayiçi Balkan Şehitliği restore edildiğinden oraya çıkan bütün yollar kapatılmış durumda, şehir içinden dolaşarak Tunca Nehrinin diğer tarafına geçtik.

Saray Köprüsü (Kanuni Köprüsü)

Araç yoluna kapalı olduğu için üzerini yürüyerek geçtiğimiz köprüdür, hemen sonunda Kırkpınar Yağlı Güreş Alanı ve Adalet Kasrı bulunmaktadır. Kanuni Köprüsü 1553-1554 yıllarında yapılmıştır. 60 metre uzunluğunda olup, açıklıkları 9.75 metre, köprü yolu genişliği 4,5. metredir. Dört gözlüdür. Köprü gözleri orta ayağın sağ ve solunda yer alır. Ayaklarda boşaltma gözleri yoktur. 1902 yılında selde zarar gören köprü o dönemde; son olarak ise 1990 yılında onarılmıştır. Sarayiçi denilen bölgeyi ve Tunca Adasını şehre bağlayan bu köprüye halk arasında Saray Köprüsü denir. Bazı kitaplarda Sultan Süleyman Köprüsü olarak anılan yapı Mimar Sinan'ın şaheserleri arasında sayılır.

Adalet Kasrı ve Sarayiçi Balkan Şehitliği

Edirne Sarayı'nın sağlam kalan tek binası olan Adalet Kasrı, Kanuni Sultan Süleyman tarafından 1561 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Zeminle beraber dört katlı olup, üst katında mermer fıskiyeli bir havuz bulunur. Divan-ı Hümayun (Bakanlar Kurulu) ve Yargıtay olarak kullanılmaktaydı. İstanbul’daki gibi şehrin her tarafından görünmesi için yüksek yapılır ve adaleti temsil edersi. Bir rivayet Kanuni Sultan Süleyman’ın kanunlarını burada yazdırdığıdır.

Bizi küçük bir olumsuz sürpriz karşıladı, Adalet kasrından Balkan şehitlik Anıtına giden Fatih Köprüsü restorasyon için kapatılmıştı, biz de aramızdaki Tunca Nehrini geçecek başka bir kısa yol bulamayınca nehrin karşı kıyısından anıta bakmakla yetinmek zorunda kaldık

Sarayiçi Balkan Şehitliği, Balkan Savaşı'nda verilen 300 bin şehit ve 1913 yılında Sarayiçi'nde aç susuz bırakılarak ölüme mahkum edilen 20 bin şehit anısına 1994 yılında yaptırılmıştır. Aynı alan içinde, 1939 yılında yapılan Balkan Şehitleri Anıtı da yer almaktadır.

Yeniden Kanuni Köprüsünden geçip otobüsümüze doğru gitmek için 15 dk süren yürüyüşümüze başladık, üzerinden büyük araçların geçmesi yasak olduğu halde birçok aracın da geçtiği ancak araçla geçişe tamamen kapatılması gereken köprü ise 1451 'da II. Murat döneminin önemli devlet adamlarından Şahabettin Paşa’ya yaptırılan Saraçhane Köprüsü. Yürüyüşümüzün ardından sonraki durağımıza yaniLozan Anıtına doğru 20 dk süren yolculuğumuza başladık.

Lozan Anıtı

Karaağaç Mahallesine vardığımızda güzel kafeler ve güzel süslenmiş sokaklar bizi karşıladı, keşke daha fazla zaman geçirebilseydik burada ama hemen hedefimize doğru yürümek zorunda kaldık. Anıta gitmek için Trakya Üniversitesi içerisine girdik, burası eski tren garı olduğu için aşağıda bahsedeceğim güzel bir bina, hemen solumuzda müzeler vardı bir sağımıza doğru yürüyerek Lozan Anıtına vardık, yani anıt Üniversite alanı içerisinde yer almaktadır.

Lozan Anlaşması ile Karaağaç'ın tekrar Türk topraklarına kazandırılması nedeniyle buraya gelen yolun adı Lozan caddesidir ve anıt da bu mahallede yapılmıştır. Anıtın temeli 1998 yılında atılmış yine aynı yıl Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından açılmıştır. Üç sütundan oluşur, birincisinin yüksekliği 36.45 metredir ve Anadolu'yu sembolize eder. İkincisi 31.95 metredir ve Trakya'yı simgelemektedir. Üçüncüsü ise 17.45 metre uzunluğu ile Karaağaç'ın simgelemektedir. Beton çember, birliği, genç kız figürü; hukuku ve adaleti, kızın elindeki güvercin barış ve demokrasiyi, diğer elindeki belge de Lozan Anlaşmasını sembolize eder.

Karaağaç Tren Garı

Lozan Anıtının hemen yanında bulunan gar binasına doğru yürüdük, burası I. Abdülhamit devrinde yapılmış bir tren istasyonudur.

Mimar Kemalettin Bey’in Şark Demiryolları Şirketi adına tasarladığı dört gardan biridir. Diğer garlar; Filibe Garı, Selanik Garı ve Sofya Garı’dır. Garın hemen önünde sembolik şekilde duran bir tren lokomotif ve vagonu bulunmaktadır.

Üniversite bahçesi olarak geçen bu alanda birçok tarihi bina ve küçük yapı bulunmaktadır, bunları fotoğrafladıktan sonra günümüzün son durağına doğru yine yola çıktık.

Meriç Nehri ve Meriç (Mecidiye) Köprüsü

Dolu dolu geçen günümüzün son durağı Balkanlar'ın en büyük nehirlerinden biri olan Meriç oldu. Bu nehrin antik adı Hebros, Bulgarca Maica, Rumca Evros’tur.. Bulgaristan'ın güneybatısında; Rila Dağı’nın kuzey eteği yakınlarından çıkar. Bulgaristan'da Filibe ovasını, Türkiye’de Edirne şehrini, Batı Trakya'yı suladıktan sonra, Ege Denizi’ne dökülür. Meriç, 480 km uzunluğundadır. Başlıca kolları Ergene,Arda ve Tunca'dır. Meriç nehri Türkiye'nin 10. büyük nehridir.

Hemen yanında belediyeye ait kafede oturduk. Çay vey sahlep içtik ama açıkçası görselliği yanında sunulan tatlar hiç güzel değil, sadece manzara için tavsiye edebilirim. 20 dk oturduktan sonra Mecidiye köprüsünden karşıya yürüdük.

Meriç (Mecidiye) Köprüsü  ise Edirne-Karaağaç yolunda, Meriç Nehri'nin üzerine yapılmıştır. 1842'de Abdülmecit zamanında yapımına başlanmış 1847'de bitirilmiştir. 263 m. uzunluğunda. 7 m. genişliğinde. 13 ayak üzerinde. 12 sivri kemerli bir taş köprü olup yanlara doğru eğimlidir. Ayaklar arasında ayrıca boşaltma gözleri de bulunmaktadır. Ortasındaki yazıtlı köşkü mermerdendir. Köprünün kitabesi Yunan işgali sırasında sökülmüştür.

Köprü sonunda otobüsümüze binerek Eski Cami yakınına giderek lokum, kallavi, kavala kurabiyesi, badem ezmesi gibi tatlı alışveriş molası verdik. Benim tercihim Arslanzade oldu, buradan hepsinin tadına baktıktan sonra Kavala kurabiyesi, lokum ve badem ezmesi aldım, Arslanzade ikramı olarak da otobüste Kavala kurabiyesi yediğimiz için dönüşte bir yemek molası dava vermedik ve 2,5 saatte İncirli’de olduk.

Biz bir güne Şükrüpaşa Anıtı'nı sığdıramadık ancak görülmesi gereken yerlerden birisi olarak anıt ve müzeyi ekleyebiliriz.

Kaynak: https://www.azcok.net