SÜLEYMANİYE KÜLLİYESİ

Süleymaniye Külliyesi, Mimar Sinan tarafından 13 Haziran 1550’de yapımına başlanmış ve 15 Ekim 1557 tarihinde bitirilmiş bir eserdir. İnşasında 1713’ü Müslüman, toplam 3523 işçi çalıştırılmıştır. Tarihçi Peçevi’nin söylediğine göre, Külliye inşasına 896.360 filori ve 82.900 akçe harcanmıştır. Bozcaada, İzmit, Mut, Ezine, Gazze ve Lübnan gibi farklı yerlerden taş örnekleri ve sütunlar İstanbul’a taşınmış; Külliye’nin yapımında kullanılmak için İmparatorluk topraklarının çeşitli yerlerinden malzemeler getirtilmiştir. Külliye 15 bölümden oluşur;

1. Cami

2. Rabi Medresesi

3. Salis Medresesi

4. Evvel Medresesi

5. Sani Medresesi

6. Tıp Medresesi

7. I. Süleyman Türbesi

8. Hürrem Sultan Türbesi

9. Türbedar Odası

10.Bimarhane

11.Darüzziyafe

12.Darülhadis Medresesi

13.Tabhane

14.Mimar Sinan Türbesi

15.Hamam

Süleymaniye Cami

Süleymaniye Külliyesindeki en göz alıcı mekân kuşkusuz Süleymaniye Camii’dir. Cami Mimar Sinan’ın diğer eserleri gibi sadelikten taviz vermeyen; ama sadeliği ihtişama dönüştürebilmiş mabetlerdendir. Süslemeler ve bezemeler daha çok kitabeler için kullanılmış olsa da mimari geometri başlı başına bir estetik harikası olmayı başarmıştır.

Mihrabın yaslandığı duvardaki vitraylı pencereler ve mihrabın iki yakasındaki çerçeveler Sarhoş İbrahim adlı ustanın eseridir. Camide dört pembe fil ayağı üzerine oturtulmuş 26,5 metre çapında büyük bir kubbe yer alır ve kubbenin derinliği çapının iki katıdır. Bu Kubbenin hafif olması için özel tuğlalar imal edilmiş ve kubbenin yapımında bu tuğlalar kullanılmıştır. Ayrıca, Cami’nin duvarlarını oluşturan taşlar birbirlerine içten demir kenetlerle bağlanmış ve bu kenetlere eritilmiş kurşun dökülmüştür.

Cami 128 adet pencereyle ve onlarca kandille aydınlatılmış; bu kandillerden çıkan isin duvarları kirletmemesi ve ayrıca; isten mürekkep yapımında istifade edilebilmesi için girişin üzerine bir is odası inşa edilmiştir. Caminin Beyaz Harem isimli, beyaz mermerden inşa edilmiş iç avlusunun dört köşesinde yükselen; ikisi üç şerefeli, ikisi de iki şerefeli olmak üzere dört minaresi vardır. Camideki dört minare, Kanuni’nin İstanbul’un fethinden sonraki dördüncü padişah oluşunu; minarelerdeki on şerefeyse, Osmanlı tarihinin onuncu padişahı oluşunu simgeler. Ayrıca iç avlunun ortasında, dikdörtgen bir havuzdan ve havuzun içindeki iki fıskiyeden müteşekkil, bitkisel motifli bir şadırvan vardır.

Diğer Yapılar

Külliye’nin merkezini cami olarak kabul ettiğimiz zaman, diğer yapıların bu merkezin etrafında şekillendiğini göreceğiz.

Külliye’nin Tıp Medresesi ile birlikte toplam altı medresesi vardır. Bu Medreselerden, Cami’nin Beyazıt yönündeki Evvel ve Sani Medresesi, bugün Süleymaniye Kütüphanesi olarak kullanılıyor. Bu iki medresenin yanındaki Tıp Medresesi’nin bir bölümü yol çalışmalarında yıkılmış, kalan kısım da hastaneye dönüştürülmüştür. Tıp Medresesi’nin sağına ve cami bahçesinin çaprazına düşen yapıysa, Osmanlı Dönemi’nde akıl hastanesi olarak kullanılan Bimarhane’dir.

Külliye’nin kuzeybatısına düşen yolda ve cami bahçesinin karşısında Külliye yemekhanesi Darüzziyafe ve Külliye misafirhanesi olan Tabhane bulunur. Bu yolun bitiminden sağa dönüşte göze çarpan üçgensi ve mütevazı türbe Mimar Sinan’a aittir. Cami duvarının yüksek kaldığı bu yolun yüz metre kadar ilersinde Salis ve Rabi medreseleri ve Rabi Medresesi’nin sağındaki ara yoldaysa Külliye Hamamı görülür. Külliyede bulunan son Medrese de bu yolun az ilersinde bulunan Darülhadis Medresesidir.

Külliye’de biri Kanuni Sultan Süleyman’a diğeri de Kanuni’nin eşi Hürrem Sultan’a ait olmak üzere iki türbe vardır, bu türbeler sekizgen plan üzerine kubbeli olarak inşa edilmiştir. Türbelerde kullanılan bitkisel motifli çiniler sanatsal niteliğe sahiptir. Külliye haziresinde ise dönemin ileri gelenleri medfundur.

ŞEHZADE KÜLLİYESİ

Mimar: Mimar Sinan

Yaptıran: Sultan 1. Süleyman (Kanuni)

Külliye, Kanuni’nin çok sevdiği ve kendisinden sonra tahta çıkarmayı düşündüğü oğlu Şehzade Mehmet için yaptırılmıştır. Şehzade Külliyesi’nin ne zaman yapıldığı kesin olarak bilinmese de Şehzade Mehmet Türbesi’ndeki şehzadenin sandukası üzerinde “ 930 (1543) Cami-i şerif şehr-i recebde tamam olmuştur” yazar. Tezkiretü’l Bünyan’da ise Şehzade Külliyesi için Rebiyülevvel 950/ Haziran 1543 yılında inşaatına başlandığı yazılıdır. Şehzade 18 Şaban 950 / 16 Ekim 1543 yılında öldüğüne göre külliye onun için yaptırılmamış, ama ölümü üzerine külliyeye onun ismi verilmiştir. Külliye, Eminönü ilçesi Şehzadebaşı semtindedir. Mimar Sinan’ın çıraklık eserim dediği bu güzel külliyede; Şehzade Cami, Rüstem Paşa Türbesi, Şehzade Mehmet Türbesi, Tabhane, Medrese olmak üzere beş ana yapı bulunmaktadır.

Mimar Sinan’ın inşa ettiği ilk selatin külliyesidir. Cami, medrese, sıbyan mektebi, tabhane, ahır, kervansaray, muvakkıthane ve türbelerden oluşur.

Oğlu Şehzade Mehmed’in adını taşımasına karşın, Kanuni Sultan Süleyman’ın külliyeyi kendisi için yaptırmaya başladığı, padişah olmasını dilediği oğlunun ani ölümü üzerine O’na adadığı tahmin edilmektedir. Eski Saray’ın (bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu alan) hemen yakınında, Fatih ve Bayezid külliyelerinin arasında, kente hakim bir düzlükte yapılmıştır.

Cami (Şehzade Mehmet Cami yada Şehzadebaşı Cami)

Dört yarım kubbe ile desteklenen bir merkezi kubbe ile örtülüdür. Kare içine oturan haçvari plan tipolojisinin Osmanlı mimari geleneği çerçevesindeki gelişiminin son noktasıdır. Bu gelişimin bir önceki adımları Edirne’deki Üç Şerefeli Cami, eski Fatih Camisi ve Üsküdar’daki Mihrimah Sultan camilerinde görülür.

Mimar Sinan daha sonra inşa ettiği Süleymaniye ve Selimiye camilerinde Şehzade Camisi’nden daha ileri mimari çözümlemelere ulaşmışsa da, Şehzade Camisi plan şeması Sultanahmet Camisi, Yeni Cami gibi 17. yüzyıl camilerinde beğenilerek kullanılmıştır.

Şehzade Camisi’nde şadırvan avlusu ve cami kitlesi iki eş karedir. Kubbe çapı 19 m, kubbenin zeminden yüksekliği 37 m dir. Merkezi kubbe pandantifli kare bir baldaken oluşturur. Örtü, yarım kubbeler ve eksedralarla yapı kanatlarına ulaşır. Karenin köşeleri bağımsız kubbelerle örtülüdür. Örtünün eğrileri ile planın doğruları küresel geçit öğeleri ve mukarnaslarla birbirleriyle buluşurlar. Yan mahfiller bulunmadığından mekân daha fazla bir bütünlük kazanmıştır. Masif duvarların yerine Osmanlı mimarlığında ilk kez dış mimaride revak kullanılmıştır.

Şadırvan avlusu da cami gibi 5x5 modüle bölünmüştür. Kubbe açıklığına eşit olan açık bölüm 3x3 modül olarak açık bırakılmıştır. Kubbe büyüklükleri ve yükseklikleri aynıdır. Osmanlı mimarlığının en dengeli avlularından biridir. Merkezde, yaklaşık bir modül büyüklüğünde sekizgen şadırvan vardır.

Bezeme özellikleri açısından özgün bir yapıdır. 15. yüzyıldan itibaren başlayan yalınlaşma eğiliminin dışına çıkmıştır. Çokrenkliliğin vurgulanışı, yapının dış profillerine getirilen bezemesel öğeler, minarelerin yüzey bezemeleriyle ünik yapıdır. Mihrap, minber ve müezzin mahfili mermerdendir.

Medrese

Dış avlu duvarının kuzeydoğu duvarını oluşturur. Asimetrik bir planı vardır. Bir dershane ve yirmi hücreden oluşur. Girişin karşısına bir eyvan yerleştirilmiştir. Camide olduğu gibi çokrenkli taş ve palmet dizisiyle süslenmiştir.

Sıbyan Mektebi

Dış avlunun güneyindedir. 7.50 m çapında tek kubbe ile örtülüdür. Dershane ocaklı, kubbeli tek bir mekândır. Özgün revaklı girişi günümüze ulaşmamıştır.

İmaret

Külliyenin güneyindedir. Bir avlu çevresine yerleştirilmiş mutfak, yemekhane, ambar ve kilerlerden oluşur.

Tabhane

Sıradışı bir plana sahiptir. Caminin dış avlusundan girilen asıl tabhane, iki eşit ama bağımsız bölümden oluşur. Bölümler, bir giriş holüne açılan dört odalı konut planındadır. Odalar kubbeli, dikdörtgen planlı; orta sofalar ise kubbeli ve aydınlık fenerlidir.

Türbeler

Şehzade Mehmed’in türbesi camiden daha önce bitirilmiştir. Sonraki yıllarda eklenen çeşitli türbelerle bu alan bir hazireye dönüşmüştür. Şehzade Mehmed türbesi, Osmanlı mimarlığının en güzel mezar yapılarından biridir. Bilinçli bir bezeme endişesi görülür. Mermer, breş ve terrakotta ile polikrom bir kaplamaya sahiptir. Tek tubbe ile örtülü sekizgen bir yapıdır. Üç açıklıklı, düz saçaklı revaklı bir girişi vardır. Kubbe yivleri sıklaştırılmış ve derinleştirilmiş; silindirik tambur, yivli bir sütun tamburu niteliği kazanmış, bir palmet dizisiyle sonlandırılmıştır.

Kapının iki yanına “cuerda seca” tekniğinde İznik çinilerinden panolar yerleştirilmiştir. İçeride de aynı teknikte yapılmış çini kaplama kubbe eteğine kadar yükselir. Şehzade Mehmed’in sandukasının üstüne ağaçtan bir taht yerleştirilmiştir.

NURUOSMANİYE KÜLLİYESİ

Nuruosmaniye Külliyesi; Osmanlı mimari anlayışından uzak, barok tarzı batılı mimari anlayışın denendiği, süs ve işlemelerin çokça kullanıldığı bir külliyedir. Külliye’nin yapımına I. Mahmut zamanında başlanmış, Sultan’ın ömrü bitirmeye vefa etmeyince, III. Osman tarafından bitirilmiştir. Külliyenin mimarı hakkında kesin bir bilgi elimizde olmasa da bazı kaynaklarda Rum olduğu sanılan, külliye baş mimarı Simeon Kalfa tarafından yapılmış olduğu söylenmektedir. Külliye planında; cami, kütüphane, türbe, imaret, medrese, sebil, hünkâr mahfili ve çeşme bulunur.

Külliyenin Banisi:

Sultan I. Mahmut, 2 Ağustos 1696 tarihinde doğmuştur. 24. Osmanlı padişahı ve 103. İslam halifesidir. 1696'da Edirne Sarayı'nda dünyaya geldi. II. Mustafa'nın oğlu ve III. Ahmet'in yeğenidir. Babasının tahttan indirilmesinden sonra padişah olan amcası III. Ahmet de, şehzade Mahmut'un yetiştirilmesine itina gösterdi. Nihayet Sultan III. Ahmet'in Patrona Halil İsyanı'yla saltanattan indirilmesi üzerine, 30 Eylül 1730'da tahta çıktı. Sultan III. Ahmet saltanattan çekilirken yeğenine nasihatlar etti ve tavsiyelerde bulundu. Sultan I. Mahmut, padişahlığının ilk günlerinde, kendisini tahta çıkaran isyancıların isteklerini yerine getirmek zorunda kaldı. Sultan III. Ahmet devrinde yapılmış olan köşk ve konakların çoğu isyancıların istekleri sonucu yakılıp yıkıldı. Devlet adamları ve memurlar isyancıların düşünceleri doğrultusunda atandı.

İsyancıların önderi konumundaki Patrona Halil de Sultan I. Mahmut'a olan bağlılığını bildirmiş olmakla birlikte, devlet işlerine müdahale etmekten vazgeçmiyordu. Bu müdahale öyle bir aşamaya geldi ki, Patrona Halil Sultan I.Mahmut'tan kendisini yeniçeri ağalığına getirmesini ve Rusya'ya karşı savaş açmasını istedi. 15 Kasım 1730 günü tören yapılacağı bahanesiyle saraya çağrılan Patrona Halil ve yandaşları yakalanarak öldürüldü.

Sultan I. Mahmut, Lale Devri'nde büyük bir hız kazanan Osmanlı reform hareketinin Patrona Halil İsyanı ile kesintiye uğradığı bir siyasi ortamda tahta geçti. Amcası III. Ahmet'in başlattığı reform politikasını daha çekingen bir üslupla da olsa sürdürmeye gayret etti. İsyandan sonra duraksayan matbaacılık hamlesinin yeniden canlandırılmasına izin verdi. Başta Ayasofya kütüphanesi olmak üzere kütüphaneler kurdu. Daha sonra Nuruosmaniye Camii adını alan camiin Avrupa mimarisi tarzında inşa edilmesi için Simon Kalfa adlı Ermeni mimarı görevlendirdi ise de, daha sonra gelen tepkiler üzerine bu projeden vazgeçti.

1729 yılında Osmanlı Devleti'nin hizmetine giren Humbaracı Ahmet Paşa'nın öncülüğünde Humbaracı Ocağı büyük bir gelişme sağladı ve gerek Avusturya'ya gerekse Rusya'ya karşı kazanılan başarılarda önemli pay sahibi oldu.

Sultan I.Mahmut döneminin en büyük eseri Hekimoğlu Ali Paşa Camii ve Külliyesi oldu. Tophane'de inşa edilen Sultan I. Mahmut Çeşmesi, Halep'te yapılan Osman Paşa Külliyesi, Kahire'deki Habbaniye Sultan I.Mahmut Tekkesi ve Sebili, Erzurum'daki Vezir İbrahim Paşa Camii, Cağaloğlu'ndaki Hacı Beşir Ağa Külliyesi, Saliha Sultan Çeşme ve Sebili ve Şumnu'da inşa edilen Şerif Halil Paşa Camii dönemin diğer önemli mimari eserleridir. Zor bir dönemde padişah olmasına rağmen ülke içinde ve dışında huzuru sağlayan, Osmanlı Devleti'nin gerileme sürecini bir süreliğine de olsa yavaşlatmayı başaran I. Mahmut, 13 Aralık 1754'te hastalığına rağmen çıktığı Cuma namazından dönerken, Demirkapı'da at sırtında vefat etti. Yeni Cami Turhan Valide Sultan Türbesi'nde babası Sultan II. Mustafa'nın yanına gömüldü.

Devrinin vakanüvislerince zeki, anlayışlı, hamiyetli, lütufkâr ve merhametli bir zat olarak tanıtılan Sultan I.Mahmut, hadiseleri sonuna kadar takip eder, devlet işlerinde istişarede bulunur, acele etmez ve telaş göstermezdi. Yeniliği sever ve memleketi bu yoldan yükseltmeye gayret ederdi. İlim, sanat, edebiyat meclislerindeki sohbetlere katılır ve Sebkati mahlası ile şiirler yazardı. Devrinde ilim, kültür ve sanat sahalarında kıymetli eserler yazıldı. Beşiktaş'ta Arap İskelesi Camii, Rumeli Hisarı'nda İskele Camii ve Yıldıztepe mescitleri yaptırdığı bazı eserlerdir.

Caminin kare biçimindeki harimi, ağırlıklı dört büyük kemere dayanan 25.50 m. çapındaki tek kubbeye oturan bir sistemdir. Cami’nin merkezi, koca bir kubbeyle örtülüdür ve bu kubbe Osmanlı camilerinde kullanılmış en büyük kubbelerden biri olma özelliğine sahiptir. Bu kubbenin inşası ile ilgili olarak o dönemde İstanbul’da bulunan Le Roy isimli bir Fransız mimarın bu konuyu anlatan bir kitabı vardır. Mihraptaki çıkıntılar ve silmeler Osmanlı mimari geleneğiyle bağdaşmayan, aykırı bir tarzdır. Cami, Fatma Hanım Mescidinin yerine, 1749 Ocak’ından 1755 Aralık’ına kadar süren zaman diliminde inşa edilmiştir. Camide bulunan yazıların büyük bir bölümü; Hattat Bursalı Ali Efendi, Mehmet Rasim, Seyyit Abdulhalim ve Fahrettin Yahya tarafından yazılmıştır. Duvarları çevreleyen içbükey kornişlerde Fetih Suresi yazılıdır ve camide “S” ve “C” biçiminde eğrisel kemerler kullanılmıştır. İkişer şerefeli iki minaresiyle ve çevresi küçük kubbelerle çevrilmiş “U” şeklindeki avlusuyla farklı bir hava yakalayan Nuruosmaniye Külliyesi’nde kullanılan barok ve rokoko bezemeler, Osmanlı ustalarının elinde farklılaşmış ve eşsiz sanatsal süslemeler olmayı başarmıştır.

Hünkar Kasrı:

Nuruosmaniye camisinin doğu tarafında yan cepheleri pencereli, hünkar kasrına çıkışı sağlayan büyük bir rampa bulunmaktadır. Yuvarlak kemerli bir kapıdan sonra başlayan rampalı üst yol üstte sola dönerek camiye bağlanarak mahfile ulaşmaktadır. Rampalı yolun sonundaki mekanlardan doğu yönündeki dükkanlar, batı yönündeki sütunlar üzerine oturtulmuştur. Medrese ile imaret dış avluda kıble istikametinde yer almaktadır. Kitabelerde bunların 1755 tarihinde yapıldığı okunmaktadır. Bunlarda barok üslubu daha az görülmektedir.

Külliye Türbesi:

Türbe, önünde üç kemerli bir revak bulunan, kubbeli ve dörtgen bir bina olarak dış yüzey işlemeleri İtalyan baroğunu yansıtır. Külliye I. Mahmut tarafından yapılmış olsa da Külliye türbesinde III. Osman’ın annesi Şehsuvar Valide Sultan’ın sandukası bulunur.

Caminin güney cephesinin batı yakasında imaret, doğu yakasında ise medrese bulunur.

Külliye Medresesi:

Medrese revaklı olup, orta avluyu çevreleyen odalardan müteşekkildir. İmaret ise küçük bir avlu, mutfak ve yemekhaneden meydana gelmiştir. Medrese Külliyenin güneydoğusunda kalmakta olup giriş kapısı Cami avlusunadır. Cami barok bir mimari sayılsa da medrese 12 göz hücresi ile klasik Osmanlı Medrese mimarisinin dışına çıkmamıştır. Revaklı dikdörtgen bir avlu etrafına dizilmiş 12 hücre bulunmaktadır. 1792 yılında yapılan inceleme de 19 öğrenci kayda geçmiş olup 1869 tarihinde 34 kişiye çıkmıştır. 1914 tarihindeki teftişte ise 56 talebe sayılmıştır. Günümüzde Eminönü Yatılı Kuran Kursu olarak faaliyet göstermektedir.

Külliye Kütüphanesi:

Caminin kuzeydoğu yönünde yer alan kütüphane, alt katı bodrum olan ve birkaç basamakla yükseltilmiş bulunan iki platform üstüne inşa edilmiştir. Kütüphane yapısı ana kubbeyi dört sütunun taşıdığı ve iki tane yarım kubbeyle bu ana kubbenin desteklendiği görülür. Ayrıca daha sonra ilave odalarla güçlendirilmiştir.

Külliye Dükkanları:

Nuruosmaniye Külliyesi bir teras üzerine bina edilmiş ve üç yönde bu terasların altına dükkânlar yerleştirilmiştir. Bu dükkânlar bugünde kullanılmaktadır.

Osmanlı mimarisinde bir dönüm noktası olan Nuruosmaniye Külliyesi, diğer külliyelerden ayrı tutulmalıdır. Batılılaşma eğilimlerin mimaride de kendini göstermeye başladığı bir dönemde, batı mimarisinden etkilenen bu külliye, kentin koşuşturması içinde ilk günkü ihtişamını korumayı başarmıştır.

YENİ CAMİİ KÜLLİYESİ  (Valide camii Külliyesi)

Eminönü’nde Mısır Çarşısı’nın karşısında olan Yeni Valide Camii Külliyesi, Osmanlı tarihi boyunca yapımı en uzun süren Külliye olma özelliğine sahiptir. III. Murat’ın karısı Safiye Sultan adına 1589 yılında inşaatına başlanmış ve yapımı bir süre durdurulduktan sonra 1661 yılında IV. Mehmet’in annesi Valide Turhan Sultan tarafından yapımına tekrardan başlanmış ve 1663 yılına bir Cuma namazı sonrası açılmıştır.

Yeni Cami Külliyesi inşasının uzun yıllar sürmesi, farklı mimarların yapıda payının olmasına sebep olmuştur. İlk yapılanmaya Mimar Sinan’ın talebesi Davut Ağa ile başlanmış yapılanmaya Dalgıç Ahmet Ağa’yla devam etilmiş ve tamamlamak yarım yüzyıl sonra Mustafa Ağa’ya nasip olmuştur. Yeni Valide Camii Külliyesi’nin ana yapıları Cami, Mısır Çarşısı, Türbe ve Hünkâr Kasrı’dır.

Cami

Yeni Cami mimarlarından Davut Ağa’nın Mimar Sinan’ın öğrencilerinden olması, Yeni Cami’de Şehzadebaşı Camisi’nin etkisinin görülmesine sebep olmuştur. Bir ana kubbe etrafında, aynı çapta dört yarım kubbeyle çevrili olan cami tavanı, irili ufaklı birçok kubbeyle örtülmüştür.Caminin üç şerefeli iki minaresi ve yirmi iki küçük kubbesi olan avlu çerçevesinin; üç farklı yönde, kubbeli üç girişi vardır. Bu avlunun ortasında, kubbeli ve mermerden bir şadırvan bulunur.Cami bezemelerinde Osmanlı klasik mimari anlayışından belirgin sapmalar olmamış ve Cami’nin dış avlu duvarı 19 yy.ın ikinci yarısında artan Eminönü trafiğini rahatlatmak için yıktırılmıştır. Külliyenin darülkurrasıyla ve Sıbyan Mektebi de sonraki dönemlerde yıktırılmıştır.

Külliye Arastası Mısır  Çarşısı :

Mısır Çarşısı Külliye içindeki en göz alıcı mekanlardan biridir, Bugün hala faaliyette ve eski canlılığını korumaktadır. İstanbul’un simgelerinden biri olan bu çarşı halen İstanbul’un önemli bir ticaret merkezidir.

 Türbeler:

İstanbul’daki en büyük sultan türbelerinden biridir.  Hatice Turhan Valide Sultan Türbesi buraya ilk yapılan türbedir. İlerleyen yıllarda iki türbe binası daha ilave edilerek dev bir türbeler merkezi oluşmuştur. Hatice Turhan Valide Sultan türbesine ek olarak Havatin türbesi ve daha sonra Cedit Havatin türbesi yapılmıştır. Türbelerde beş Osmanlı padişahının mezarı bulunur. Osmanlı hanedanından birçok kişinin mezarı da bu bölgededir. 47 penceresi olan Türbede; Hatice Turhan Sultan, Sultan II.Mustafa, Sultan I.Mahmut, Sultan III. Ahmet ve Sultan IV.Mehmet’in sandukaları bulunur. Ayrıca türbe içinde çok sayıda şehzade ve sultanın da mezarı vardır.

Sebil:

Külliyenin diğer bir yapısı da Sebil binasıdır. Hamidiye caddesinin köşesinde bulunan bu yapı çok güzel bir çatı ve saçak mimarisine sahiptir.

Hünkar Kasrı:

Külliye’nin en güzel manzarasına sahip, Valide Turhan Sultan için yaptırılan, Hünkar Kasrı’na Yeni Cami’nin kıble duvarının arkasındaki yokuştan çıkılır. Osmanlı klasik mimarisinin tüm özelliklerine sahip bu yapı, iki büyük oda, bir eyvan ve bir heladan müteşekkildir. Kasırdaki ağaç işçiliği, içerideki çinili ocaklar, duvarları kaplayan çini panolar, renkli cam pencereler harikadırlar. Çiniler İznik'te yapılmıştır ve bir kısmı sadece bu kasrı süslemek için özel olarak yapıldığından, desenlerine başka hiç bir yerde rastlanmaz. Panolar karanfil, gül, şakayık, çeşitli dallar ve yapraklarla süslenmiştir.

EDİRNAKAPI MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan külliye, Fatih Edirnekapı’da Fevzi Paşa Caddesi üzerinde yer alır. Yapımı 1562 yılından 1565 yılına kadar sürmüş ve 1719 depreminde büyük hasar görmüş olan külliye içinde; cami, medrese, sıbyan mektebi, türbe, hamam ve çarşı bulunur.

Külliyenin Banisi

Sultan, 21 Mart 1522 tarihinde doğmuştur. 10. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan doğan kızıdır. 25 Ocak 1578, İstanbul tarihinde vefat etmiştir. Süleymaniye Camii türbesine gömülmüştür. 1522'de, Osmanlı padişahı Sultan I. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan'ın Mehmet'ten sonraki ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Mihrimah Sultan'ın doğumundan 2 yıl sonra da Hürrem Sultan, Sultan I. Süleyman'ın ölümünden sonra yerine geçecek olan diğer çocuğu II. Selim'i dünyaya getirdi. 1539'da 17 yaşındayken Diyarbakır Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirildi. Düğün töreni iki küçük erkek kardeşi Beyazıt ve Cihangir'in sünnet düğünüyle birlikte At Meydanı'nda şölenlerle kutlandı. Rüstem Paşa bu evlilikten sonra sadrazam oldu ve 1544-1561 yılları arasında 2 yıllık bir süre hariç kesintisiz sadrazamlık yaptı. Bu evlilikten 1541'de bir kız çocukları dünyaya geldi. Daha sonra 1545’te Murat beyi ve 1547 de Mehmet beyi dünyaya getirdi.

Mihrimah Sultan yaşamı boyunca devlet işlerinde çok söz sahibi oldu. Babasını Malta'ya sefer düzenlemeye ikna etmek için kendi parasıyla 400 gemi yaptıracağına söz verdiği bile söylenir. Annesi Hürrem Sultan gibi Lehistan kralı II. Zygmunt August'la yazışmalar yaptı. Çok büyük bir servet sahibi oldu. 1540-1548 yılları arasında Mimar Sinan İstanbul'un Üsküdar ilçesinde cami Üsküdar İskele Camii, medrese, ilkokul ve hastaneden oluşan büyük bir külliye yaptı. Ayrıca 1562-1565 yılları arasında yine Mimar Sinan İstanbul'un Edirnekapı semtinde cami, çeşme, hamam ve medreseden oluşan Mihrimah Sultan Camii ve külliyesini yaptı. Annesi 1558'de öldükten sonra babasına annesinin oynadığı danışmanlık rolünü oynadı. 1566'da babası öldükten sonra yerine geçen erkek kardeşi II. Selim'in saltanatı boyunca da danışmanlığını sürdürdü. Anneleri Hürrem Sultan ölmüş olduğu için kardeşi için adeta bir Valide Sultan rolünü oynadı. Mihrimah Sultan 1578'de yeğeni Sultan III. Murat'ın saltanatı sırasında öldü ve babası Sultan I. Süleyman'ın Süleymaniye Camii'ndeki türbesinde babasının yanı başında gömüldü.

Camii:

Yaklaşık bin yüz metrekare alana bina edilmiş caminin ortasında yirmi metre çapında ve otuz beş metre yüksekliğinde bir kubbe bulunur. Dikdörtgensel bir planda olan yapının mermer minberi ve vitraylı pencereleri estetik görünümü güçlendirmiştir. Mihrimah Sultan Külliyesi, İstanbul Suriçi’nin yedinci tepesinin en yüksek noktasına 1562 yılında inşa edilir. 1562 yılında yapımına başlanan cami, 17 hücreli medrese, sıbyan mektebi, çifte hamam, Mihrimah Sultan’ın kızı Ayşe Hanım ve Damadı Güzel Ahmet Paşa’nın medfun bulundukları türbe, çeşme ve bir sıra dükkandan meydana gelen bir külliye binası olarak 3 yıl gibi kısa bir sürede 1565 yılında tamamlanır. Sözü edilen dükkanların bir kısmı ise yol genişletilmesi sırasında yıkılır.1719 yılındaki depremden büyük hasar gören caminin kubbeleri çöker. İlk tamirini bu dönemde geçiren cami 1894 yılındaki depremde de büyük hasara uğrar. Minaresi devrilir,  son cemaat yeri kubbeleri çöker ve bir süre öylece kaldıktan sonra 20.yüzyılın başlarında Evkaf Nezareti eliyle onarılmaya başlanır. Daha sonra aynı yüzyılın ortalarında külliyenin geniş çapta tamiri yapılır. 1999 depreminden de zarar gören cami onarıma alınır ve Kasım 2010’da yeniden ibadete açılır. Revaklı medrese odaları yatık U biçiminde camiyi çevirerek avlunun yerini almış adeta. Dört kapıdan girişi bulunan bu avlu görünümlü medresenin ortasında yer alan 16 sütunlu, konik çatılı şadırvan ise sonradan yapılmış. Güney batısındaki sıbyan mektebi biri kubbeli, diğeri ayna tonozlu iki oda halinde olup mermer söveli ve cevizden, geometrik geçmeli kapı ile odalardan birbirine geçilmekte. Camiinin sol giriş kısmında musallası, ön kısmında geniş bir bahçesi ve kullanılan kuyusu bulunmakta. Yanda küçük mezarlığı bulunmakta, külliye içinde yer alan çeşme de 1719 tarihli geç bir ilave. Sekiz mermer granit sütun ve yedi kubbeden oluşan son cemaat yerinden geçerek ulaştığımız camide dört paye üzerine yükselen19 m çapında ve27 m yükseklikteki büyük kubbeyi ve yanlara doğru kemerlerle açılan yarı yükseklikte üçer küçük kubbe ile genişletilen ibadet mekanını görmekteyiz. Yan mahfiller altışar sütunlu sivri kemerler üzerinde olup ana kubbe yalnız başına yükselerek, takviye kuleleri arasında üç sıra pencerelerle açılmış, dört ince kalkan duvarı ve dört pandantif kalmış. Mihrap beyaz mermerden altın yaldızlı, mukarnas yaşmaklı ve kitabeli iken Minber geometrik geçme, rumi ve palmet süslemeleri ile şebekeli. Kalem işleri ve hünkar mahfili ise sonradan yapılmış. Mekan etkisi planı ve dış mimarisi bakımından her yanından deha fışkıran yeniliklerle dolu bir camidir burası. 204 adet penceresiyle olduğu kadar pencere ve kapı kanatlarındaki ahşap üzerine sedef ve fildişi kakmaları ve kalem işi süslemeleriyle de pek çok ibadet mekanının aksine son derece aydınlık ve ferahtır. Caminin tek şerefeli kesme taştan yapılmış kurşun külahlı minaresi tamir gördüğünden orijinalliğini tam olarak koruyamamış. Tek şerefeli tek minareyse, Mimar Sinan’ın inşa ettiği sultan camilerindeki minare profilinin dışında kalır. Bu minarenin üst kısmı 1719 depreminde yıkılmış, sonrasında tekrardan elden geçirilmiştir. Aynı depremde cami kubbelerinin çökmüş olduğunu da öğrendikten sonra, bugünkü bol pencereli orta kubbenin özgün biçimiyle mütenasip bir biçimde inşa edildiği konusunda tereddüde düşüyoruz.

Medrese:

Yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan medrese caminin iç avlusunun güneybatı ve kuzeydoğu kenarında on dokuz hücre ve iki küçük eyvandan meydana gelmiştir. Cami ve medrese avlusuna Edirnekapı surları tarafındaki iki kapıdan ve kuzeydoğudaki kayyum odasının altındaki merdivenlerden çıkılmaktadır. Medresenin yan girişlerindeki iki küçük hücre imam ve kayyum odaları olarak ayrılmıştır. Avlunun uzun kenarına hücre yerleştirilmemiştir. Bu medresenin bir özelliği de dershanesinin bulunmayışıdır. Medresenin güneybatısında, hücrelerin arkasındaki küçük avluya helalar yerleştirilmiştir. Kesme küfeki taşı ve tuğla hatıllı medrese odalarının önüne yuvarlak kemerlerle birbirine bağlanmış bir revak yerleştirilmiştir. Bu revakların üzeri küçük kubbelerle örtülmüştür. Bunların arkasındaki medrese hücreleri kare planlı olup, üzerleri kubbelidir. İçlerine birer ocak nişi ile dolap nişleri yerleştirilmiştir. Ocakların dikdörtgen planlı, ince uzun bacaları kubbelerin arkasına sıralanmıştır. Avluda on altıgen planlı mermer bir şadırvan bulunmaktadır. Medrese doğal afetlerden zarar görmüş ve kısmen de özelliğini yitirmiştir. Dershane kısmının bu afetler nedeni ile ortadan kalktığı sanılmaktadır.

Sıbyan Mektebi:

Mihrimah Sultan külliyesi, camii, on yedi odalı medrese, sıbyan mektebi, hamam, türbe ve arasta dükkanlarından meydana gelir. Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı olan Mihrimah Sultan aynı zamanda Sadrazam Rüstem Paşa'nın da karısıdır. Mihrimah Sultan tarafından İstanbul Üsküdar ve Edirnekapı'da birer külliye yaptırılmıştır. Her iki külliyede de Sıbyan mektebi bulunmaktadır. Sıbyan Mektebi bugünkü İlkokullara karşılık gelmektedir. Sıbyan Mektebi külliyenin batısında bulunmaktadır. Yapı almaşık denilen taş ve tuğla karşımı bir yapıdır. Yapı muntazam formlu kesme taş ve üç sıralı tuğla ile örülmüştür.  Dershanesi üst kattadır. Dershaneyi aydınlatan büyük yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler cephede ikişer adettir. Kare formlu olan yapı Osmanlı Sıbyan Mektebi türüne uyum gösterir.

Birçok sıbyan mektebinde görülmeyen kubbeli bir çatı bulunmaktadır. Kubbe kurşun ile kaplanmıştır. Camii ve Sıbyan Mektebi 1894 depreminde ağır bir tahribat geçirmiştir. Her ne kadar aslına uygun bir tamirat olsa da Camide aslına uygun kalem işi kalmamıştır. Cumhuriyet devri istimlakların da ise Arasta çarşısındaki dükkanların bir çoğu yıkılmıştır. Külliyenin yapıldığı alan tepe olmasına karşın, Mimar Sinan burada caminin kotunu yukarıda tutmuştur. Dükkanlar Feyzi Paşa Caddesine cepheli olmasına karşın, cami iç avlusu ve harimin bulunduğu ana mekan Fevzi Paşa caddesinden 3-4 metrelik bir merdivenle camii kotuna çıkılır Buna benzer uygulamalar Üsküdar Mihrimah caminde, Eminönü Rüstempaşa caminde ve Kadırga Sokollu Mehmet Paşa camilerinde görülür.

RÜSTEM PAŞA KÜLLİYESİ

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimam Sultan’la evli olan, meşhur Osmanlı Sadrazamlarında Hırvat asıllı Rüstem Paşa tarafından, 1561 yılında Mimar Sinan’a yaptırılan cami, dönemin ve Sinan’ın sadeliğinden uzaktır. Camiyi bu sadelikten uzaklaştıran dekoratif öğelerse hiç kuşkusuz İznik çinileridir.

Rüstempaşa Cami

Eminönü’nde Uzun Çarşı’nın sahil yoluna indiği yokuşta yükselen tarihi mekân, konum itibarıyla çok kalabalık bir yerleşimin ortasında kalmıştır. Cami, Hacı Halil Mescidi yerine 40x40 zemin üzerine inşa edilmiştir. Tavan örtüsü; 15.50 çapındaki orta kubbeyle ve bu orta kubbeyi destekleyen daha ufak çapta yarım ve tam kubbelerle biçimlendirilmiştir. 

Rüstem Paşa Camisi 1660 yılındaki yangında hasara uğramış ve 1766 yılında yaşanan büyük deprem sonrasındaysa, caminin minaresi ve kubbesi yıkılmıştır. II. Mustafa zamanında onarımdan geçirilen tarihi mekânın, yıkılan kubbe ve minaresinin bu onarım sonrası Sinan dokusundan uzaklaştığı görülür.

Mihrimah Sultan Camisi’nde olduğu gibi Rüstem Paşa Camisi’nde de kitabe bulunmamaktadır. Caminin sekizgen şadırvanı cadde üzerinde bir avlu içinde yer alır. Camiyi üç yönde dolanan yüksek avlusunu bir revak çevirmektedir.

Tarihi yarımadanın siluetine kondurulmuş caminin iç tasarımında kullanılan İznik çinileri, tarihi mekânın ziyaretçilerini büyük bir tablonun küçük imgelerine dönüştürmeyi başarmıştır.

ÜSKÜDAR MİHRİMAH SULTAN KÜLLİYESİ

Külliye, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan tarafından, biri Edirnekapı olmak üzere, aynı adla inşa edilen iki Külliye’den biri olma özelliğini taşımaktadır. Üsküdar iskelesinin karşısında yer alan tarihi külliye, 1548 yılında inşa edilmiştir. Şehzade Camisi’yle aynı zamanda Sinan tarafından bina edilen mekânın ana öğeleri; cami, medrese, mektep, Sinaneddin Yusuf ve Sadrazam İbrahim Ethem Paşa Türbesi’dir.

üsküdar mihrimah sultan külliyesi planı ile ilgili görsel sonucu

Mihrimah Sultan Külliyesi, İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında Üsküdar sahilinde meydana cepheli olan bir yere 1548 yılında Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan tarafından Mimar Sinan’a inşa ettirilmiştir. Mihrimah Sultan İstanbul’da biri Edirnekapı’da diğeri Üsküdar’da olmak üzere, aynı isimle iki külliye inşa ettirmiştir.  Mimar Sinan tarafından yapılmış olan Şehzade Camisi ile aynı zamanlarda yapılmıştır. Mihrimah Sultan külliyesi cami, medrese, sıbyan mektebi, hamam, hazire, han ve çeşme yapılarından oluşur. Haziresinde Sinanettin Yusuf, Kaptanıderya Sinan Paşa ve Sadrazam İbrahim Ethem Paşa’nin kabirleri bulunur. Sultantepe eteğinde yer alan külliyede yapılar arazi topoğrafyası sebebiyle kuzey güney aksında yapılar dağınık olarak inşa edilmiştir. Yapıların hemen hemen ortasında bulunan cami ve medrese sahilde bulunan meydandan 2 metre yüksekliğinde duvarlar arkasında büyük bir avlu içinde inşa edilmiştir. Cami ve medrese yan yana inşa edilmişken, çifte hamam güney batıdadır. Sıbyan mektebi ise batıdaki tepenin eteğindedir. Külliyenin tabhane ve imaret yapıları günümüze gelememiştir. Bugün bu yapıları yeri bile bilinmemektedir.

Mihrimah Sultan

Sultan, 21 Mart 1522 tarihinde doğmuştur. 10. Osmanlı padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem Sultan’dan doğan kızıdır. 25 Ocak 1578, İstanbul tarihinde vefat etmiştir. Süleymaniye Camii türbesine gömülmüştür. 1522'de, Osmanlı padişahı Sultan I. Süleyman ile eşi Hürrem Sultan'ın Mehmet'den sonraki ilk çocuğu olarak dünyaya geldi. Mihrimah Sultan'ın doğumundan 2 yıl sonra da Hürrem Sultan, Sultan I. Süleyman'ın ölümünden sonra yerine geçecek olan diğer çocuğu II. Selim'i dünyaya getirdi. 1539'da 17 yaşındayken Diyarbekir Beylerbeyi Rüstem Paşa ile evlendirildi. Düğün töreni iki küçük erkek kardeşi Beyazıt ve Cihangir'in sünnet düğünüyle birlikte At Meydanı'nda şölenlerle kutlandı. Rüstem Paşa bu evlilikten sonra sadrazam oldu ve 1544-1561 yılları arasında 2 yıllık bir süre hariç kesintisiz sadrazamlık yaptı. Bu evlilikten 1541'de bir kız çocukları dünyaya geldi. Daha sonra 1545’te Murat beyi ve 1547 de Mehmet beyi dünyaya getirdi.

Mihrimah Sultan yaşamı boyunca devlet işlerinde çok söz sahibi oldu. Babasını Malta'ya sefer düzenlemeye ikna etmek için kendi parasıyla 400 gemi yaptıracağına söz verdiği bile söylenir. Annesi Hürrem Sultan gibi Lehistan kralı II. Zygmunt August'la yazışmalar yaptı. Çok büyük bir servet sahibi oldu. 1540-1548 yılları arasında Mimar Sinan İstanbul'un Üsküdar ilçesinde cami Üsküdar İskele Camii, medrese, ilkokul ve hastaneden oluşan büyük bir külliye yaptı. Ayrıca 1562-1565 yılları arasında yine Mimar Sinan İstanbul'un Edirnekapı semtinde cami, çeşme, hamam ve medreseden oluşan Mihrimah Sultan Camii ve külliyesini yaptı. Annesi 1558'de öldükten sonra babasına annesinin oynadığı danışmanlık rolünü oynadı. 1566'da babası öldükten sonra yerine geçen erkek kardeşi II. Selim'in saltanatı boyunca da danışmanlığını sürdürdü. Anneleri Hürrem Sultan ölmüş olduğu için kardeşi için adeta bir Valide Sultan rolünü oynadı. Mihrimah Sultan 1578'de yeğeni Sultan III. Murat'ın saltanatı sırasında öldü ve babası Sultan I. Süleyman'ın Süleymaniye Camii'ndeki türbesinde babasının yanı başında gömüldü.

Mihrimah Sultan Cami

Külliyenin an binası olan cami merkezi kubbelidir. Caminin kubbesi on metre çapındadır.  Merkezi kubbe üç yönde yarım kubbelerle taşınmaktadır. Yapının batı cephesi kemerle geçilmiştir. Caminin son cemaat yeri üç yönden çevrelenmiştir. Dikdörtgen plana sahip olan harimde merkezi kubbe ve yarım kubbeler yonca planlı payeler ve duvarlara basan sivri kemerlerle taşınmakta, köşelerde oluşan boşlukları ise küçük kubbelerle örtülmüştür. Pencere sayısının yeterli olmaması sebebiyle son derece loş olan harimde dikkati çeken en önemli özellik Mimar Sinan tarafından aynı tarihte yapılan Şehzade Camisinden farklıdır.  Büyük bir ihtimalle topoğrafyadan tercih edilen bir plan uygulanmıştır. Son cemaat yerinden ve taç kapıdan sonradan ana kubbenin altına geçişle hemen mekanın kavranmasını sağlayan etkiyi de beraberinde getirmiştir. Bu Mimar Sinan’ın bundan sonraki yıllarda yapacağı mekan araştırmalarının başlangıcıdır. Caminin kıyıda dar bir alan üzerinde inşa edilmesi klasik revaklı bir avlu şekillenmesine imkan vermemiştir. Ayrıca dışarıdaki Şadırvanı da içine alan bir örtü sistemiyle kapatılan ikinci bir son cemaat yeri kuzey rüzgarlarına açık olan yapıda mekanı değerlendiren ve önemli bir yol güzergahı olan bu yerde her vakit yoğun cemaat olabilmesi için iyi bir çözümdür. Tek şerefeli iki minaresi, mukarnaslı mihrabı ve mermerden minberi klasik mimarinin en güçlü biçimlerini yansıtır. Cami Anadolu yakasındaki mimarinin önde gelen ve geçmişin izlerini taşıyan sayılı eserden biridir. Son cemaat bölümünü dolanan revakla ayrı bir estetik görünüme kavuşan yapının denize bakan tarafında, yirmi köşeli mermer bir şadırvan bulunur. Cami, tasarım ve yerleşimdeki başarısına karşılık oranları bakımından her ne kadar geometrik biçimlemişte son derece yalın çizgileri sahip olsa da Sahile ‘’T’’ formunda çıkmış olan korunmalı saçak denizden ve batı güneşinden avluyu korunmaktadır. Bu caminin iki minaresi bulunmaktadır. Enteresan olan konu Mihrimah Sultan tarafından yaptırılan Edirnekapı külliyesinde tek minare bulunmaktadır.

Külliyenin Medresesi

Caminin kuzeyinde bulunan Külliye meydan kotunda iki metre yukardadır. Cami ile aynı kottadır. On altı odadan oluşan ve dershaneden meydana gelmektedir. Medrese on altı talebe hücresinin ortasında bir dik dörtgen avlu bulunmaktadır. Bu avlunun etrafında sütunlar ile çevrilmiş bir revak bulunmaktadır. Günümüzde sağlık merkezi olarak kullanılan medresenin orta kısmının üstü örtülmüştür. Medrese yanında bulunan Mihrimah Sultan’ın iki oğluna,  Rüstem Paşa’nın oğlu Osman Ağa’ya ve Kaptan-ı Derya Sinan Paşa’ya ait türbeler günümüze ulaşan yapılardır.

Külliyenin Mektebi

Günümüze ulaşan külliye içindeki bir diğer yapıysa Sıbyan Mektebi’dir. Caminin arkasından Sultantepe’ye çıkan yokuşun başında olan Sıbyan mektebi iki katlıdır. Alt katta bulunan dükkan ve yan sokaktan girilen dershane yapısı üst kattadır.  Sıbyan Mektebi kubbeli bir sundurmadan ve bir dershaneden müteşekkildir. Tabhane 1772 yılındaki yangından sonra yok olmuş, Külliye Hanı’nın ve İmareti’nin kalıntıları tamamıyla silinmiştir.

Külliyenin Hanı

Bugün meydanda otobüs duraklarının olduğu yerde bulunduğuna inanılan yapı Kurşunlu Han olarak adlandırılan yapı bir kervansaraydır. Eski fotoğraflarda görülen çift yönlü çatısı olan yapı günümüze gelememiştir.

Külliyenin Hamamı

Külliyenin en güneyde bulunan hamam vakfiye listesinde görülmemektedir. Bu yapı bazı kayıtlarda küçük çarşı hamamı olarak geçmektedir. 1994 yılında bu hamam yeniden inşa edilmiş olup bugün market olarak kullanılmaktadır.

Külliye Çeşmesi ve Haziresi

Külliyenin meydan cephesinde bir çeşme bulunur. Bu yapı yeni restore edilmiştir. Yapının haziresi de doğu ve kıble yönündedir.

Damat İbrahim Paşa Külliyesi

Külliye, Dede Efendi Caddesi’yle Şehzadebaşı Caddesi’nin kesiştiği köşede, Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında, kütüphane ve darülhadis medresesi olarak inşa ettirilmiştir. Külliye’nin avlusunun güney tarafında, Damat İbrahim Paşa ve oğullarının mezarları yer alır. Bu mezarlıklarla aynı yöndeki eyvanlı odalar medrese öğrencileri için bina ettirilmiştir

Külliyenin cadde yönündeki çeşmesi ve sebili yol çalışmaları esnasında zarar görmüş, külliye dershanesi camiye çevrildiği yıllarda yapıya günümüzdeki mevcut tek şerefeli minaresi eklenmiştir. Cami şadırvanıysa avlunun ortasında ve ağaçların arasında bulunur.

Bu küçük külliyenin medrese olarak faaliyet gösterdiği dönemlerde, kalabalık bir kadroyla hizmet ettiği bilinmektedir. Mekânın bezemelerinde kullanılan çiçek motifleri, Lale Devri’nin mimari anlayışıyla paralellik göstermiş ve yapının sanatsal değerini artırmıştır.

Medrese

Camiiyle aynı platform üzerinde Cami-i Kebir Caddesi'nin batısında bulunan medrese bugün Damat İbrahim Paşa Halk Kütüphanesi olarak kullanılmaktadır. Dikdörtgen planlı olan medresenin revaklı bir avlusu, bu avlunun etrafında dizilmiş on yedi medrese odası, bir başodası vardır. Medrese giriş kapısı, dikdörtgen bir çerçeve içinde, taşları geçmeli olarak örülmüş, basık kemerli bir kapıdır. Üzeri kurşun kaplı bir saçakla korunan kapının üzerinde, dikdörtgen çerçeveyle kemer arasında Seyyit Vehbi'ye ait 1139 tarihli kitabe yer alır. 7.50x7.50 m ölçülerindeki başodanın giriş kapısı güney cephesindedir ve medresenin giriş revağına açılır. Üzerinde Nedim'e ait bir kitabe yer alır.

İmaret

İmaret bugün aşevi olarak kullanılmaktadır. Cami-i Kebir Caddesi'nin batısındaki yapı grubunda, sıbyan mektebi ile medrese arasında yer alır. İki oda, bir mutfak, tuvaletler,kayaya oyulmuş depodan meydana gelir. Mutfak kare planlıdır, istinat duvarına güneybatı köşesinden birleşiktir. Arada kalan üçgen alanın yarısı depo, yarısı da mutfağın ocağı olarak kullanılmaktadır. Mutfağın kubbesine geçiş pandantiflerle sağlanır. Kubbenin tepesinde ise sekizgen bir aydınlık feneri bulunur.

Sıbyan Mektebi

İmaretin güneyinde, bir kayanın üzerine inşa edilmiş olan sıbyan mektebi ve avlusu, diğer yapılardan daha yüksek bir kottadır. Dikdörtgen planlı bir dershane ve dershanenin güneyinde iki üniteli revaktan oluşan bir plan şeması vardır. Üçgen bir arsa üzerindeki sıbyan mektebinin batı ve güneyinde üçgen birer avlu bulunur. Batıdaki küçük avluda, imarete geçişi sağlayan merdivenler bulunur. Cami-i Kebir Caddesi'ndeki giriş kapısından güneydeki avluya çıkılır. Tek sütun ve üç yandan duvarlarla taşınan revağın kubbe olan örtüsüne pandantiflerle geçilir. Revağın sokak cephesinde bir pencere bulunur. Dershanenin ise ikisi soka ğa, ikisi imaret avlusuna, biri revağa açılan beş penceresi vardır. Örtüsü aynalı tonozdur.

Hamam

Külliye'nin kuzeyinde, Cami-i Kebir Caddesi'yle Belediye Caddesi'ni birleştiren yokuş üzerinde kervansarayın karşısında yer alır. Hamamın soğukluk kısmı, beşik tonozla örtülü giriş eyvanı, yanlarda basık beşik tonoz örtülü birer oda, bunların açıldığı kare bir mekandan oluşur. Kubbe örtülü kare mekanın kubbesine geçiş, tromplar ve aralarındaki pandantiflerle sağlanır. Kubbe tepesinde sekizgen planlı aydınlatma feneri bulunur. Güneybatı ve güneydoğu duvarları boyunca taştan yapılmış bir sedir kuşatır. Ortasında sekizgen planlı fıskiyeli mermer havuz vardır.

Kervansaray

Bugünkü Belediye Caddesi'nden girilen kervansaray, cami avlusu altında yer alır. İki kısımdan oluşan kervansarayın beşik tonozlarla örtülü birinci kısmına giriş dört aksın içi boş bırakılarak sağlanmıştır. Bu mekanın batısında penceresiz dikdörtgen bir oda onun doğusunda uzun karanlık bir dehliz yer alır. Dehliz kaya içine oyulmuş, ortasında ayaklar bulunan büyük bir hacme geçit verir. Bugün kervansarayın dört açıldığından üçünün önü kısmen örülmüş, bir açıklık ile ikinci kısmın girişine demir parmaklıklı kapı takılmıştır, ikinci kısım birinci kısımdan daha alçaktır.

Çeşmeler

Cami avlusunun güney duvarı üzerinde ve sıbyan mektebi avlusunun köşesindeki istinat duvarı üzerinde olan iki çeşme bulunmaktadır. Cami avlusunun güney duvarındaki çeşme bezeme bantlarıyla ve silmeleriyle dikdörtgen bir çerçeve içindeki derinliği az, sivri kemerli bir niş içindedir. Su deposu, cami avlusu içerisinde yer alır. İstinat duvarındaki çeşmenin üst kısmında profilli bir saçak vardır. Vehbi tarafından yazılan kitabesi kemer üzerindedir.

EMİNÖNÜ AHİ ÇELEBİ CAMİİ

Eminönü’nde Yoğurtçular Sokağı ile Değirmen Sokağı’nın birleştiği köşede bulunan Ahi Çelebi Camisi’nin 1480–1500 yılları arasında yapıldığı tahmin edilmektedir. Dikdörtgen plan üzerine, ikişer kemerle desteklenen tek kubbeli Ahi Çelebi Camii; Tabip Kemal Ahi Can Tebrizi tarafından yaptırılmıştır. Bu zat Sultan Mahmut Han’ın Darü’ş-Şifası’nda hekim başlığı ve Mutfak Emini görevlerinde bulunmuştur.

Kanlı Fırın Mescidi ve Yemişçiler Camii olarak da bilinen Ahi Çelebi Camii 2 Temmuz 1539 ve 18 Mayıs 1653 yıllarında iki kez yanmış ve 1892 zelzelesinde büyük hasar görmüştür. Tezkiret’ül Ebniye’de Mimar Sinan’ın eserleri arasına gösterilen tarihi yapının restorasyon çalışmalarına son yıllarda hız verilmiştir.

Rüyasında Hz. Muhammed’in elini öpen Evliya Çelebi “şefaat ya Resulullah” yerine “seyahat ya Resulullah” dediği ünlü seyahat rüyasının geçtiği yer olması nedeniyle, Ahi Çelebi Camii İstanbul folklorunda ayrı bir yer tutar.

Caminin Banisi:

Tebrizli tabip Çelebi Mehmet bin Kemal Ahi can’ın yaptırdığı bu caminin inşa kitabesi olmadığı için yapım tarihi kesin değildir. Devir özellikleri itibariyle 1480 tarihinde inşa edildiği var sayılmaktadır. Ahi Çelebi, Mahmutpaşa’da bir dükkan da tabiplik yapmıştır. Zaman içerisinde Fatih Darülşifasına hekimbaşı olmuştur. Fatih Sultan Mehmet’in rahatsızlığında ona özel diyet yemekleri yaptırmıştır. Bu yüzden saray mutfağında Matbah Eminliği de yapmıştır. Daha sonra Reisül e-tıbba görevini üstlenmiştir. Bu günkü Rüstempaşa Camisinin bulunduğu yere bir mahkeme binası yaptırmıştır. 1524 yılında Haç dönüşü vefat etmiştir.

Mimari Yapı:

Caminin mimari planı dikdörtgendir. Tuğladan inşa edilmiş dört sivri kemer üzerinde kubbe taşınmaktadır. Cami tek bir merkezi kubbeyle örtülmüştür. Caminin kubbesi ve çatı sistemi kurşun ile kaplanmıştır. Merkezi kubbe mihrapta ve giriş üzerinde duvarlar tarafından taşınır. Mekan iki yana doğru birer ayak ve iki kemerle büyütülmüştür. Kubbeyi taşıyan dört ana kemer kırmızı ve beyaz renkli taşlarla örülmüş olup harim mekanına bir etki yaratmıştır. İç harim ebatları 25 x 17 metredir. Harim içindeki mihrap mermer plakalarla kaplanmıştır. Caminin minberi ise oymalarla süslenmiş ahşaptır. Büyük kemer içerisinde sağ ve solda dörder, kıble duvarında üç, mihrap duvarında beş adet üstü yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu büyük sivri kemer tuğladan inşa edilmiş olup, içte ve dışta aynı etkiyi vermektedir. Mihrap cephesindeki tuğla kemer daha yüksektir. Yan cephelerde ise bu kemerler daha alçak kalmıştır. Dairesel şeklindeki kubbe kasnağı bir demirle desteklenmiştir Ama yan cephelerde kalın iki kemer duvarlardan iç mekana doğru çıkmış olan ayaklara oturur. Kemerlerin dış tarafında gayet alçak iki tonozun örttüğü yan dehlizler bulunur.

Son cemaat yeri dört ayağa müstenit altı alçak kubbe ile örtülüdür. Minare tek şerefelidir. Minarenin kaidesi kesme taştandır. Yapının planlamasında Bizans kiliseleri etkisi fazlaca görülmektedir. Buradaki yan nefler bir bazilika etkisini vermektedir.

DİVANYOLU FİRUZ AĞA CAMİİ

Divan Yolu üzerinde ve Sultanahmet tramvay istasyonun karşısında bulunan Firuz Ağa Camii II. Bayezid’in Hazinebaşısı Firuz Ağa tarafından 1491 yılında inşa ettirilmiştir. Kare plan üzerine tek kubbeli olarak bina edilen cami Bursa üslubunu yansıtır. Cami kesme taştandır ve kubbe sekiz köşeli bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Caminin pencereleri altlı üstlü iki sıradan müteşekkildir ve caminin kitabesi Şeyh Hamdullah Efendi’ye aittir. Caminin revaklı kemerleri de Osmanlı klasik mimari anlayışıyla çelişmez.

Camiyi yaptıran Firuz Ağa’nın türbesi, 19 yy. ortalarında Divan Yolu’nun genişletilmesi sırasında, Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa’nın emriyle yıktırılmıştır. Bugün Firuz Ağa’nın mermer sandukası, minarenin bulunduğu duvarın önünde bulunmaktadır. Ayrıca; Bu yol genişletme çalışmaları sırasında, caminin mezarlığı tamamıyla kaldırılmıştır.

Mimari Yapı:

Cami Divanyolu Caddesinden alçak bir duvar ile ayrılmıştır. Bu avlu ufak bir alandır. Yol eğiliminden faydalanılarak camiye bir alt kat inşa edilmiştir. Bu katta caminin servis katı ve tuvaletleri olarak kullanılmaktadır. Giriş avlusundan basamaklarla son cemaat yerine çıkılır. Caminin mimari planı çok basit ve düzdür. Cami iç harimi kare bir mekan olup takriben 182 metrekaredir. Harim içi 13.5 X 13.5 metredir. Tek kubbeli ile örtülmüş mekan sekiz noktadan kubbe kasnağı taşınmaktadır. Kubbe sekizgen bir kasnak üzerindedir. Kubbe kurşunla kaplanmıştır. Kubbe kasnağında aydınlatma pencereleri yoktur. Bu ağırlık noktalarının dördü caminin taşıyıcı duvarlarına oturmaktadır. Diğer dört noktada köşe trompları ile çözümlenmiştir. Ufak ebatlı bir camidir. Son cemaat yeri harimden daha basıktır. Son cemaat yeri dört sütunla taşınmaktadır. Son cemaat yerini taşıyan üç yuvarlak kemer bulunur. Bu son cemaat yeri üç kubbe ile örtülmüştür. Caminin harim kotu zeminden epey yüksektedir. Mihrap ve pencere silmeleri beyaz mermerdir. Mimber ve vaaz kürsüsü ahşap ve ozgündür. Mihrap iç kısımlarında, kubbe içinde ve taşıyıcı kemerlerde kalem işi işlemeler görülmektedir. Cami yen cephelerinde yuvarlak kemerli pencereler bulunmaktadır. Bu pencereler altta ve üstte ikişer adettir. Alt pencereler dikdörtgen iken üst pencereler yuvarlak kemerlidir. Çift renkli taşlarla yapılmış olan caminin taç kapısının ortası bir niş gibidir. Camiye giriş bu nişten olmaktadır. Bu giriş kemerinin üstünde döneminin ünlü hattatı Şeyh Hamdullah tarafından yazılmış bir kitabe bulunur.

Osmanlı mimari geleneğinde cami minareleri girişin güneyinde inşa edilir. Ama bu camide minare kuzeye inşa edilmiştir. İstanbul’da kuzeye minaresi yapılmış cami sayısı çok çok azdır. Minare tek şerefeli olup kesme taşla inşa edilmiştir. Minarenin gövde ve kaidesi on altı köşelidir. Camiyi yaptıran Firuz Ağa 1512 yılında vefat etmiş ve türbede medfun iken, 1871 tarihlerinde Divanyolu genişletilmiştir. Bu konuda Sadrazam Fuat Paşa’nın dahli olmuştur. Bu yıkımlar sırasında türbe yıkılmıştır. Mezar avluda bulunan bir lahite kaldırılmıştır.

SULTAN AHMET KÜLLİYESİ

İstanbul’un Eminönü ilçesinde, Ayasofya’nın karşısındadır. Mimarı, Mimar Sinan öldükten sonra baş mimarlığa getirilen Sedefkâr Mehmed Ağa’dır. I. Ahmet tarafından 1609 yılında büyük bir törenle yapımına başlanmış ve 1616 yılında tamamlananmış olan Sultan Ahmet Külliyesi, İstanbul’daki en büyük külliyelerden biri olma özelliğine sahiptir. Külliyede kullanılan bitkisel motifli 20000 fazla çiniden dolayı Batı’da “ Mavi Cami” olarak da bilinir. Bu anıtsal yapı için Evliya Çelebi’nin yazdığına göre; yedi saray yıktırılmıştır. Külliyenin Osmanlı klasik mimari anlayışının son örneklerinden biri olması, yapıya ayrı bir değer katmıştır.

Külliyenin Banisi:

Sultan I. Ahmet veya Osmanlı ismiyle 1590 yılında doğmuştur. 14. Osmanlı padişahı, 93. İslam halifesidir. Babası Sultan III. Mehmet, annesi Handan Sultan'dır. Babasının vefatı üzerine 21 Aralık 1603'te Eyüp Sultan'da kılıç kuşanarak tahta geçti. Sultan I. Ahmet, Kanuni Sultan Süleyman'dan sonraki padişahlar içinde devlet işleriyle yoğun şekilde uğraşan ilk padişah olarak kabul edilir. Sultan I. Ahmet yakalandığı tifüs hastalığından 1617 yılında 27 yaşında vefat etti ve Sultanahmet Camii yanındaki türbesine defnedildi. Saltanatında, hanedan veraset sistemini değiştirip kardeş katli yasasını kaldırmıştır. Yerine ailenin aklı başındaki en büyük üyesi padişah olur sistemini getirmiştir. Bu yeni yasanın, şehzadeler arasındaki rekabetin ve taht kavgalarının, taht için gerçekleştirilen kardeş katillerinin önlenmesi açısından Osmanlı tarihinde çok büyük önemi vardır.

Şehzade Ahmet, henüz 13 yaşındayken, 37 yaşındaki babası Sultan III. Mehmet vefat eder. Nasıl ki babası kendinden evvelki Sultanlara nazaran en genç yaşta hayatını kaybetmiş hükümdar ise, I. Ahmet de o vakte kadar babasının vefatıyla tahta geçenlerin arasındaki en genç hükümdardır. Bu beklenmedik vefat üzerine, Sultan I. Ahmet'in cülusu hemen ertesi gün apar topar vuku bulmuştur. Bu cülusun, Osmanlı tarihindeki yeri bambaşkadır. Yeni padişah, devlet tecrübesi için mühim olan sancağa çıkmamıştı. Bu sebeple bir kapı halkı da yoktu. Hatta, babaannesini eski saraya gönderdiğinde saray sanki bomboş kalmaktaydı. Henüz sünnet dahi edilmemiştir. Sünneti ancak padişah olduktan sonra yapılmıştır.

Anadolu beyliklerinin en uzun ömürlülerinden birisi olan Ramazanoğulları Beyliği, Yavuz Sultan Selim döneminde 1510 yılından sonra ise Osmanlılar'a tabi olmuştu. Sultan I. Ahmet dönemine denk gelen 1609 yılından sonra Adana'nın Halep'e; Sis ve Tarsus'un da Kıbrıs Beylerbeyiliğine bağlanmasıyla Ramazanoğulları Beyliği sona ermiştir. Sultan I. Ahmet, böylece Ramazanoğulları Beyliği'ne resmen son vermiş oldu.

Yavuz Sultan Selim döneminde binlerce taraftarı ile ayaklanan Bozoklu Celal, Osmanlı Devleti için büyük problem olmuştu. Bu isyanlar bastırıldı ise de Anadolu'da meydana gelen iç isyanlar ve karışıklıklara yine Celali İsyanları denildi. Sultan I. Ahmet döneminde Celali İsyanları tekrar patlak verdi. Tavil Ahmet, Canboladoğlu, Kalenderoğlu ve Deli Hasan ayaklanmaları bunlardan en önemlileridir. Bu sırada Sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa son derece sert bir askerdi. Acıma nedir bilmezdi. Öldürttüklerini açtığı kuyulara attırmak gibi bir alışkanlığı olduğundan kendisine "Kuyucu" lakabı takıldığı söylenir. Kuyucu Murat Paşa'nın ısrarlı ve sert politikaları sonunda Celali İsyanları zor da olsa bastırıldı.

Yıldırım Beyazıt döneminde başlayıp, Fatih Sultan Mehmet döneminde kanunlaşan kardeş katli yasasını kaldırmıştır. Yerine ekber ve erşet sistemini getirmiştir. Böylece oğullarından üçü padişah olmuştur. Bunlar sırası ile; Genç Osman, IV. Murat ve İbrahim'dir. Ayrıca kardeşi Mustafa'yı da önceki padişahlar gibi katletmemiş, yaşamasına izin vermiştir. Nitekim kardeşi Mustafa da padişah olmuştur. Bu yeni kanun, kardeş katlini önlemesi açısından Osmanlı tarihinde büyük bir önemi haizdir.

Sultanahmet Camii:

Külliye camii İstanbul’daki altı minareli tek cami olma özelliğine sahiptir. Üç şerefeli dört minare caminin dört köşesine, kalan iki şerefeli kısa minarelerse, avlunun karşılıklı iki köşesine gelecek şekilde inşa edilmiştir. Dört adet fil ayağı üzerine oturan 33,6 metre çapında ve 43 metre yüksekliğindeki caminin ana kubbesi, dört yarım kubbeyle desteklenmiştir. Bu tavan örtüsü Şehzadebaşı Camisi’ndeki tavan örtüsünün bir benzeridir. Caminin önünde ve iki yanında, pencereli duvarlarla çevrilmiş dış avlusunun sekiz kapısı vardır. Mermer döşemeli şadırvanlı avlu otuz kubbeyle çevrilidir. Avludaki altı sütunlu şadırvanın lale ve karanfil motifleri göz alıcıdır. Caminin iç avlusuna merdivenli üç kapıdan girilir. Bu kapılar ve dış avlunun cümle kapısı bronzdandır. Caminin sedef kakmalı minberinde, işlemeli müezzin mahfili ve mihrapta mimari ayrıntılar işlenmiştir. Ayrıca halı ve kilimler, rahleler, kalem işleri ve renkli cam pencerelerle yapı sanatsal değerini somutlaştırmayı başarmıştır.

Yapının mimari ve sanatsal açıdan dikkate sayan en önemli yanı, 20.000'i aşkın İznik çinisiyle bezenmesidir. Bu çinilerin süslemelerinde sarı ve mavi tonlardaki geleneksel bitki motifleri kullanılmış, yapıyı sadece bir ibadethane olmaktan öteye taşımıştır. Caminin ibadethane bölümü 64 x 72 metre boyutlarındadır. 43 metre yüksekliğindeki merkezi kubbesinin çapı 23,5 metredir. Caminin içi 200'den fazla renkli cam ile aydınlatılmıştır. Yazıları Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gubari tarafından yazılmıştır. Çevresindeki yapılarla birlikte bir külliye oluşturur ve Sultanahmet, Türkiye'nin altı minareli ilk camiidir.

Sultanahmet camiinin tasarımı Osmanlı cami mimarisi ile Bizans kilise mimarisinin 200 yıllık sentezinin zirvesini oluşturur. Komşusu olan Ayasofya'dan bazı Bizans esintileri içermesinin yanı sıra geleneksel İslami mimari de ağır basar ve klasik dönemin son büyük camisi olarak görülür. Caminin mimarı, büyük usta Mimar Sedefkar Mehmet Ağa'nın "boyutta büyüklük, heybet ve ihtişam" fikirlerini yansıtmada başarılı olmuştur. Köşe kubbelerin üstündeki küçük kulelerin eklenmesi dışında, geniş ön avlunun cephesi Süleymaniye Camii'nin cephesiyle aynı tarzda yapılmıştır. Avlu neredeyse caminin kendisi kadar geniştir ve kesintisiz bir kemer altıyla çevrilmiştir. Her iki tarafında abdesthaneler vardır. Ortadaki büyük altıgen fıskiye avlunun boyutları göz önüne alındığında küçük kalır. Avluya doğru açılan dar anıtsal geçit kemer altından mimari olarak farklı durur. Yarı kubbesi kendinden daha küçük çıkıntılı bir kubbe ile taçlandırılmış ve ince sarkıt bir yapıya sahiptir.

Her katında alçak düzeyde olmak üzere, caminin içi İznik'te 50 farklı lale deseninden üretilmiş 20 binden fazla çini ile bezenmiştir. Alt seviyelerdeki çiniler geleneksel iken, galerideki çinilerin desenleri çiçekler, meyveler ve servilerle gösterişli ve ihtişamlıdır. 20 binden fazla çini İznik'te çini ustası Kasap Hacı ve Kapadokyalı Barış Efendi'nin yönetiminde üretilmiştir. Her çini başına ödenecek tutar sultanın emriyle düzenlense de çini fiyatı zamanla artmış, bunun sonucunda kullanılan çinilerin kalitesi zamanla azalmıştır. Renkleri solmuş ve cilaları sönükleşmiştir. Arka balkon duvarındaki çiniler 1574'teki yangında zarar gören Topkapı Sarayı'nın hareminden geri dönüştürülen çinilerdir. İç kısmın daha yükseklerine mavi boya hakimdir, fakat düşük kalitelidir. 200'den fazla karışık leke desenli cam doğal ışığı geçirir, bugün avizelerle desteklenmişlerdir. Avizelerde devekuşu yumurtası kullanımının örümcekleri uzak tuttuğunun keşfedilmesi örümcek ağlarının oluşumunu engellemiştir. Kuran'dan sözler içeren hat dekorasyonlarının çoğu zamanın en büyük hat sanatçısı Seyit Kasım Gubari tarafından yapılmıştır. Yerler yardımsever insanlarca eskidikçe yenilenen halılarla kaplıdır. Pek çok büyük pencere geniş ve ferah bir ortam hissi vermektedir. Zemin kattaki açılır pencereler "opus sectile" adı verilen bir döşeme şekliyle dekore edilmiştir. Her kavisli bölüm bazıları ışık geçirmeyen 5 pencereye sahiptir. Her yarı kubbe 14 pencereye ve merkez kubbe 4'ü kör olmak üzere 28 pencereye sahiptir. Pencereler için renkli camlar Venedik sinyorundan sultana hediyedir. Bu renkli camların çoğu bugün sanatsal değeri olmayan modern versiyonlarıyla değiştirilmiştir.

Caminin içindeki en önemli unsur ince işçilikle oyulmuş ve yontulmuş mermerden yapılma mihraptır. Bitişik duvarlar seramik çinilerle kaplanmıştır. Fakat çevresindeki çok sayıda pencere onu daha az ihtişamlı gösterir. Mihrabın sağında zengin dekore edilmiş minber bulunur. Cami en kalabalık halinde dahi olsa herkesin imamı duyabileceği şekilde tasarlanmıştır.[kaynak belirtilmeli]Sultan mahfili güneydoğu köşesindedir. Bir platform, iki küçük dinlenme odası ve sundurmadan oluşur ve padişahın güneydoğu üst galerideki locasına geçişi bulunur. Bu dinlenme odaları 1826'da yeniçerilerin ayaklanması sırasında veziriazamın yönetim merkezi oldu. Hünkar Mahfili 10 adet mermer sütunla desteklenmiştir. Zümrüt, gül ve yaldızlarla süslenmiş ve yaldızlarla 100 adet Kuran işlenmiş kendi mihrabı vardır. Caminin içindeki birçok lamba zamanında altın ve diğer değerli taşlarla ve de içinde devekuşu yumurtası ya da kristal toplar bulunabilecek cam kaselerle kaplıydı. Bu dekorların tümü ya kaldırıldı ya da yağmalandı.

Duvarlardaki büyük tabletlerde halifelerin isimleri ve Kuran'dan parçalar yazılıdır. Bunları orijinal haliyle 17. yüzyılın büyük hat sanatçısı Diyarbakırlı Kasım Gubari yapmıştır, fakat yakın zamanda restore edilmek için kaldırılmışlardır. Minarelerin sayısı ortaya çıkınca sultan küstahlıkla suçlanmıştır çünkü o zamanlarda, Mekke'deki Kabe'de de 6 minare bulunmaktadır. Sultan bu problemi Mekke’de olan (Mescidi Haram) camiye yedinci minareyi yaptırarak çözer. 4 minare caminin köşelerindedir. Kalem şeklindeki bu minarelerin her birinin 3 şerefesi vardır. Ön avludaki diğer iki minare ise ikişer şerefelidir. Yakın zamana kadar müezzin günde 5 kere dar sarmal merdivenleri çıkmak zorunda kalıyordu, bugün ise toplu dağıtım sistemi uygulanıyor ve diğer camilerce de yankılanan ezan şehrin eski bölümlerinde de duyuluyor. Türklerin ve turistlerin oluşturduğu kalabalık günbatımı vaktinde, güneş batarken ve cami renkli projektörlerle parlak bir şekilde aydınlatılmaya başlarken parkta toplanıp yüzünü camiye vererek akşam ezanını dinliyorlar.

Hünkar Kasrı:

Sultan Ahmet Külliyesi’nin diğer bir yapısı Hünkar Kasrı’dır. Padişah’ın namazdan önce ve namazdan sonra dinlenmesi için caminin dış avlusuna yapılan mekan, 1949 yangınından sonra elden geçirilmiştir.

Külliye Türbesi:

Külliyenin kuzeydoğu köşesinde, tek kubbeli kare plan üzerine inşa edilen Külliye Türbesi yer alır. Türbede Sultan I. Ahmet, hanımı Kösem Sultan, oğulları IV. Murat ve II. Osman’ın yanı sıra sultanın bazı torunları gömülüdür.

Külliye Medresesi:

Sultanahmet Külliyesi Medresesi; İstanbul Suriçi Sultanahmet Meydanı’na cepheli olarak 1617 tarihinde tamamlanmış olan Sultan I.Ahmet Külliyesinin bir yapısıdır. , Sultan I. Ahmet tarafından 1610–1617 yıllarında yaptırmış olan külliye, cami, hünkar kasrı, türbe, darülhadis medresesi, darülkurra, sıbyan mektebi, çeşme, sebiller, darüşşifa, imaret, hamam ve arastadan meydana gelmektedir. Sultanahmet Külliyesi dönemin mimarbaşı Sedefkar Mimar Ağa tarafından yapılmıştır.

Bu yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan Darü’l-Hadis Medresesi külliyenin kuzeydoğusunda, türbenin yakınında yer almaktadır. Medrese kıbleye paralel olarak dikdörtgen planlı bir avlu çevresinde yapılmıştır. Medrese revaklar, hücreler ve dershane-mescitten meydana gelmiştir. Ayrıca türbenin girişi hücrelerin arasındaki bir geçit ile revaklara bağlanmıştır. Kesme taştan yapılan medresenin dikdörtgen planlı avlusunun ortasına da yuvarlak mermer bir havuz yerleştirilmiştir. Bu havuzun üzerinin altı sütunla taşınan bir çatı ile örtüldüğü sanılmaktadır. Avlu etrafında sıralanmış 24 hücre bulunmaktadır. Osmanlı mimarisinde medreselerde genellikle 12 veya 16 hücre olmasına karşılık bu medresede hücre satısının 24’e çıkması yaptıranın padişah ile bağlantılı olduğunu düşündürmektedir.

Medrese hücrelerinin çoğunda dışarıya ve revaklara açılan pencereleri bulunmaktadır. Hücreler içerisinde nişler ve bir de ocağa yer verilmiştir. Hücrelerin üzerleri küçük kubbelerle örtülmüştür. Hücrelerin kuzey köşesine yerleştirilen dershaneye kuzeydoğudan girilmektedir. Zeminden üç basamakla yükseltilmiş olan bu dershanenin mescit olarak kullanıldığı da kıble duvarındaki mihraptan anlaşılmaktadır. Kütlevi görünümdeki dershane kuzeybatıdan hücrelerle birleşmektedir. Cephelerinde iki katlı pencerelerin bulunduğu dershanenin üzeri pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Medrese 1924 yılına kadar faaliyetini sürdürmüş, 1935 yılında onarılmış ve avlusu camlı bir çatı ile örtülmüştür. Günümüzde Başbakanlık Arşiv Genel Müdürlüğü’nün deposu olarak kullanılmaktadır.

Külliye Sıbyan Mektebı:

Sultanahmet Sıbyan Mektebi; İstanbul Sultanahmet’te, Sultan I. Ahmed’in 1609–1619 yıllarında yaptırmış olduğu yapı topluluğunun bir bölümünü oluşturan sıbyan mektebi Sedefkar Mehmet Ağa tarafından 1619 yılında tamamlanmıştır. Sıbyan mektebi caminin dış avlu duvarının köşesinde yer almaktadır. Küfeki taşından yapılmış olan mektebin zemin katında bir çeşme ile dükkânlar, üst katında da kare planlı dershane bölümü bulunmaktadır. Dershanenin dışa kapalı olan kuzey duvarının ortasına iki yanında birer niş bulunan ocak yerleştirilmiştir. Yapı güneydoğu ve güneybatı cephelerinde üçü altta, üçü de yukarıda olmak üzere altı pencere ile aydınlatılmıştır.

Sultanahmet’te 1912 yılında çıkan yangın sırasında harap olmuş, daha sonra restore edilmiştir. Günümüzde içten tavan, dıştan da kurşun kaplı kırma bir çatı ile örtülüdür. Orijinal durumunda yangın geçirmesinden ötürü kubbeli olup olmadığı bilinmemektedir. Külliyenin kıble yönünde bulunan Arasta Çarşısı’nın bir bölümünde Mozaik Müzesi, kalan kısımda ise turistik eşya satan dükkânlar faaliyet gösteriyor bugün. Sokullu Mehmet Paşa yokuşu üzerinde bulunan külliye imareti; darüşşifa ile birlikte, Sultan Ahmet Teknik Lisesi olarak kullanılıyor. Külliye sebillerinden üçü günümüze ulaşmıştır. Bunlardan biri arastanın içinde, bir diğeri dış avlu kapısında, üçüncüsüyse türbe yakınlarındadır.

AYASOFYA KÜLLİYESİ

Eminönü’nde Sultan Ahmet Camisi’nin karşısında yükselen tarihi mekân, inşa edildiği ilk zamanlarda büyük kilise anlamına gelen “Megale Ekklesia” ismiyle anılmış; bugünkü “ Ayia Sofia” ismi V. Yüzyılın sonlarına doğru kullanılmaya başlanmıştır.

15 Şubat 360 tarihinde açılan Ayasofya; 404’de kısmen yanar ve II. Teodosios döneminde ( 405- 450) tamir edilir ve 10 Ekim 415’te tekrardan açılır. 532 yılında çıkan ikinci ayaklanma sonrası Ayasofya tamamen yanmış, günümüzdeki yapı bu ikinci yangından sonrası I. İustinianos tarafından Batı Anadolulu İsidoros ve Artemios’a yaptırılmıştır. İnşaat için, farklı yerlerden sütun ve taşlar İstanbul taşınmıştır. Ayasofya’nın yapımında, yüz ustabaşı ve on bin işçiyle sürdürülen çalışmalar, beş yıl sürmüş ve açılış 27 Aralık 537 yılında gerçekleştirilmiştir.

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethiyle Ayasofya’da yeni bir dönem başlar. Yüzyıllarca kilise olarak kullanılan mabet, Fatih döneminde camiye devşirilir ve mabedin batı kısmındaki yarım kubbenin bulunduğu tarafa ahşap bir minare eklenir. Yapıya II. Bayezid zamanında bir, Sultan Selim zamanında iki, minare daha eklenir. Sultan I. Mahmut zamanında yapıya bitişiğindeki kütüphane (1739), Osmanlı mimarisinin en güzel örneklerinden biri olan şadırvan (1740) ve muvakkithane ile sıbyan mektebi (1742) eklenir. Ayrıca, 16 yüzyıldan günümüze kaldığı sanılan mihrap, müezzin mahfili, vaaz kürsüsü işçilikleriyle birer şaheserdir.

Ana yapıya dokuz kapıdan girilir. Kubbe örtüsü 55,6 yüksekliğinde ve 32 metre çapında bazilikadır. Bu Kubbe 24.3 yüksekliğinde dört ayak üzerine oturtulmuştur. Cami sağınını örten beyaz mermer kaplama Marmara adalarından, damarlı pembe mermerler Afyon Karahisar’dan, yeşil somakiler Teselya ve Mora’dan, porfirler Mısır’dan, sarı mermerlerse Cezayir’den getirilmiştir. Yan sağınların tavan örtüsü mozaiklerle, duvarlar da yer yer renkli taşlarla ve enfes çinilerle kaplıdır. Tarihi mabedin duvarlarını süsleyen yazılar, Osmanlı Dönemi’nin ünlü hattatlarının elinden çıkmıştır.

Ayasofya’da birçok sultanın sandukası bulunur. Sultan II. Selim, Sultan III. Murat, Sultan III. Mehmet, Sultan I. Mustafa ve Sultan İbrahim’in yanı sıra bazı hanedan mensupları da burada medfundur.

1931 yılında Türk Hükümeti’nin iznini alan Amerikalı Th. Whittemore, Osmanlı Dönemi’nde kaplamalarla örtülen renkli resim ve mozaik tabakanın gün ışığına çıkarılması için çalışmalara başlamış; çalışmalar devam ederken 1934 yılında müzeye çevrilmesi yönünde karar alınmış ve 1935 yılında ziyaretçilere açılmıştır.

Külliye Medresesi:

Ayasofya çevresindeki bu yapılar 1493 yılına ait eski bir Alman tasvirinde görülmektedir. P.G.İnciciyan Ayasofya Medresesi’nin yapım tarihi olarak 1453 yılını işaret etmiş, caminin kuzeyine odalar, darülhadis ve 150 talebenin devam ettiği medrese inşa ettirmiştir demektedir. Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinde de bu medreseden söz edilmiştir. Hüseyin Ayvansarayi Hadikat’ül Cevami isimli eserinde Fatih Sultan Mehmet’in camiyi temizletip, minber koyduğunu, bir tuğla minare ve bir medrese bina eylediğini belirttikten sonra şöyle demiştir: “Ba’dehu medrese hücrelerinin üzerine bir tabaka dahi bina olup, höcerat tarh olunmak Sultan Beyazıt Han’dır ve Bab-ı Hümayun köşesine bir minare dahi onlar icad eylemiştir. Müderris vazifesinin nısfı usül-ı vakfından ve nısfı dahi Sultan Beyazıt vakfından verilir.”

Ayasofya Medresesi dış narteksten avluya açılan yan kapı ile Sultan III.Murat’ın yaptırdığı minare yanından başlayarak Soğukçeşme Sokağı’ndaki avlu duvarına kadar uzanıyordu. Medresenin camiye bitişik olmadığı, Ayasofya ile medrese arasında üstü örtülü bir yol olduğu da Fatih Sultan Mehmet’in vakfiyesinden öğrenilmektedir. Bu medresenin planının bir örneği Prof. Dr. A.Süheyl Ünver tarafından yayınlanmıştır. Ayrıca C.Gurlitt’in planından öğrenildiğine göre de 50.00 x 47.00 x 35.00 m. ölçüsünde bir plan şeması göstermektedir. Medresenin iç avlusu 14.00 x 23.00 m.dir. Bu plan düzenine göre uzun tarafında on ikişerden otuz dört, küçük avlusunda ise on iki hücre yer alıyordu. Büyük avlunun ortasında da tonozlu bir su mahzeni dikkati çekiyordu. Ünlü Osmanlı alimlerinden Ali Kuşçu, Fatih Sultan Mehmet’in Uzun Hasan üzerine yaptığı sefere katılmış, dönüşünde de burada müderrislik yapmıştır. Onun bu medresede verdiği matematik dersleri epey rağbet görmüş ve devrin ünlü alimleri de onu dinlemiştir. İl kuruluşunda Müderris Molla Hüsrev, Mehmet Biri Feramürz da burada ders vermiştir.

Fatih Sultan Mehmet, Fatih Külliyesi’ni yaptırıp, Semaniye Medresesi’ni 1471’de yapı topluluğuna ekledikten sonra bütün öğrenimi burada toplamıştır. Bundan sonra Ayasofya Medresesi ikinci planda kalmış, 1479 yılında da terk edilmiştir. Ayasofya’da yapılan ilk medresenin ne zaman yıkılarak ortadan kalktığı bilinmemektedir. 17. yüzyılda burasının düz bir alan halinde olduğu bazı gravürlerde görülmektedir. Sultan Abdülmecit zamanında toprakla dolu olan bu alana Ayasofya’nın onarımını yapan İtalyan Mimar G.Fosatti’ye 1847–1849 yıllarında yeni bir medrese yaptırmıştır. İlk medresenin temellerinden yararlanılarak yapılan bu yapının planı da Ord.Prof.Dr.A.Süheyl Ünver ile Y.Müh.Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından yayınlanmıştır. Plan şeması olarak iki medrese karşılaştırıldığında arada büyük bir fark olmadığı da açıkça görülmektedir. İkinci Ayasofya Medresesi ayrı ayrı avlular etrafında on beş hücreli, bir büyük yedi hücre ve bir de küçük bölümden meydana gelmiştir. Sonraki dönemlerde Ayasofya Medresesinin üzerine ahşap bir ilave kat yapılmıştır. Üst kata çıkışı sağlamak amacı ile birer hücre merdivene dönüştürülmüştür. Üst katta ahşap gezinti yerleri meydana getirilmiş, bunun için de alt kata onları taşımak amacı ile ahşap direkler yerleştirilmiştir. Böyle olunca da medresenin tümü değişmiş, üzeri çatılı ahşap revaklı, yuvarlak kemerleri taşıyan ahşap sütunların arkasına odalar sıralanmıştır. Ayasofya Medresesi Darü’l-Hıl’atü’Aliyye Medresesi olarak 1924 yılına kadar kullanılmış, 1934 yılında da yıktırılmıştır.

Ayasofya Müzesi’nin 1982–1983 yıllarındaki onarımı sırasında temelleri tamamen toprak altında kalan bu medresenin kazısı Y.Müh.Mimar Alparslan Koyunlu ve Arkeolog Erdem Yücel tarafından yapılmış, plan düzeni tümü ile ortaya çıkarılmıştır. Bundan sonra medresenin yeniden yapılması için restitüsyon planları çizilmiş, Anıtlar Yüksek Kurulu’nca da onaylanmıştır. Ancak, Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü bilinmeyen bir nedenle medresenin yapımına izin vermemiştir.

Külliye Sıbyan Mektebi:

Ayasofya Sıbyan Mektebi, İstanbul Ayasofya külliyesi içerisinde Sultan I.Mahmut tarafından 1742 yılında inşa ettirilmiştir. Külliyeye ek olarak Sultan I.Mahmut tarafından, kütüphane, şadırvan, Sıbyan mektebi, aşhane ve imaret yaptırılmıştır. Müstakil bir bina olarak şimdiki giriş kapısının hemen sağında bulunmaktadır. Müstakil bir bina olarak Ayasofya’nın güney batısındaki avluda yaptırılan sıbyan mektebi, taş ve tuğla malzemelerinin kullanıldığı güzel bir binadır. Osmanlı mimari geleneğinde sıbyan mekteplerinin bir baz şablonu vardır. Sıbyan mektepleri genelde iki katlıdır. Giriş ve zemin katın yarısı dışarı iki kemerle açılır. Bu mekan bir giriş mekanıdır. Giriş katın diğer yarısı ise bevvab odasıdır. Taş merdivenle bir üst kata ulaşılır. Bu kat genelde kare planlıdır. Bu eğitim katına ışık sağlamak için bol pencere yapılmıştır. Üç cephede üçer pencere bu işlemi yerine getirir. Çatı kubbelidir. Bu çatı kubbesi kasnaklı olup, kasnaklara pencereler yapılmıştır. Merdivene komşu olan duvara bir de ocak yapılmıştır. 1928 yılında Turgut Kut’un hazırladığı Vakıf mektepleri çalışmasından görüldüğü üzere, bu bina Ayasofya imamının kullanımına verilmiştir. Ayasofya’nın müzeye dönüştürülmesinden sonra büro, müze müdürü lojmanı olarak kullanılmaktaydı. Şimdi esas fonksiyonuna uygun olarak çocuk kültürüne yönelik kullanılmaktadır.

Ayasofya Sultan Iı.Selim Türbesi

Sultan II. Selim Türbesi, İstanbul Suriçi Gülhane’de bulunan Ayasofya külliyesinin haziresine 1577 yılında Mimar Sinan tarafından inşa edilmiştir. Türbe padişahın ölümünden üç yıl sonra bitirilmiştir. Ayasofya haziresindeki üç türbeden biridir. Dış cephesi mermer kaplı, kare planlı, çifte kubbeli bir yapıdır. Yüksek ve iki bölümlü kubbe kemerlerin yardımıyla içeriden sekiz sütun üzerine oturtulmuştur. Bu türbe iç düzenlemesi itibarı ile Kanuni Sultan Süleyman Türbesi’ne benzeyen Mimar Sinan’ın ilginç yapılarından bir örnektir. Türbe köşeleri genişçe pahlanmış bir gövde üzerinde yükselen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. İçten kare planlı olan türbenin duvarlarında sekizgen bir plan şekli uygulanmış ve bunlar birbirlerine sivri kemerlerle bağlanarak pandantifli kubbeyi taşımaktadırlar. Böylece Kanuni Sultan Süleyman türbesinde olduğu gibi, üst yapı itibarı ile sekizgen bir orta mekân elde edilmiş ve iç kısmında sandukaların çevresini dolaşan bir galeri elde edilmiştir.

Geniş saçaklı, üç kemerli revakın ardından girişteki iki büyük çini pano dikkati çekmektedir. Buradaki firuze, mavi renkli çiniler XVI. yüzyılın en güzel örneklerini yansıtmaktadır. XIX. yüzyılın sonlarında İstanbul’da dişçilik yapan S.Doringy isimli bir Fransız, zamanın Evkaf Nezareti’ne başvurarak türbenin eksik çinilerini tamamlamak istediğini belirtmiş ve kendisine izin verilmiştir. S.Doringy bu çinilerin hakikileri yerine Yeni Cami Hünkâr Kasrı’nda olduğu gibi panolardan birini sökerek götürmüş ve yerine bir taklidini yağlı boya ile yapmıştır. Günümüzde bu çini pano Louvr Müzesi’nde sergilenmektedir. Türbenin içerisi zeminden 4.50 m. ye kadar yükseklikte çinilerle kaplıdır. Pencere ve dolapların arasındaki yüzeyler, alt pencerelerin kenarına kadar beyaz zemin üzerine mavi, yeşil, kırmızı, lacivert renkte çiçek ve yapraklarla süslüdür. Firuze zemine beyaz Çin bulutları ile işlenmiş bordürler pencere ve dolap kapaklarını çevrelemektedir. Pencerelerin üzerinde lacivert zemine beyaz celi-sülüs yazı ile yazılmış ayetlerden oluşan geniş bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır. Pandantiflerin ortasına da İsm-i Celâl ve Cihar yar-ı Güzi’nin isimlerini oluşturan yuvarlak madalyonlar yerleştirilmiştir.

Türbe içerisinde 41 sanduka bulunmaktadır. Bunlar Sultan II. Selim’in büyük ve yüksek sandukasının yanısıra, Sultan III.Murat’ın annesi Nurbanu Sultan’ın sandukası bulunur. Sultan II.Selim’in kızları Gevherhan Sultan, İsmihan Sultan ve Sultan III. Murat’ın cülüsünde (tahta çıkışı sırasında) boğdurulan Sultan II. Selim’in şehzadelerinden Şehzade Süleyman, Osman, Cihangir, Mustafa, Abdullah ile Sultan III. Mehmet’in boğdurduğu 21 erkek kardeşi ile Sultan III. Murat’ın oğulları ile kızlarına aittir.

Ayasofya Sultan Iıı.Murat Türbesi

Sultan III.Murat Türbesi, İstanbul Suriçi Gülhane’de bulunan Ayasofya külliyesinin haziresine 1595 yılında Mimar Davut Ağa tarafından inşasına başlanmıştır. Mimar Davut Ağa’nın 1598 yılında ölümünden sonra Mimar Dalgıç Ahmet Ağa tarafından 1600 yılında tamamlanmıştır. Ayasofya haziresinde bulunan üç türbeden ikincisidir. Türbenin dış cepheleri mermer kaplı, altıgen planlı olup, üzeri iç ve dış olmak üzere iki kubbe ile örtülmüştür. Bu kubbeler doğrudan doğruya duvarların üzerine oturtulmuştur. Burada Mimar Sinan’ın Kanuni Sultan Süleyman ve Sultan II. Selim türbelerinde uyguladığı sistem tekrar edilmiştir. İç mekânda altı sütun ortadaki sandukalar ile dış duvarlar arasındaki koridoru meydana getirmiştir.

Türbenin içerisindeki duvarlar sekilerden itibaren 4.20 m. yüksekliğe kadar XVI. yüzyılın mercan kırmızısı rengindeki çinilerle kaplıdır. Pencere ve dolapların etrafı çiçekli bir bordür ile çevrelenmiş, aralarda kalan duvar yüzeylerine kırmızı palmet, yeşil kıvrık yaprak, mavi şakayık ve Çin bulutlarından oluşan çiniler yerleştirilmiştir. Bunlar renk, kalite ve kompozisyon yönünden yapıldığı dönemin en güzel örnekleri arasındadır. Pencerelerin üzerinde lacivert zeminli, beyaz ve celi-sülüs ile yazılmış Besmele ve ayetleri kapsayan bir yazı kuşağı çepeçevre dolaşmaktadır. İç mekandaki büyük sivri kemerler kalem işleri ile boyanmıştır. Pandantiflerin ortasına birer dairevi madalyon yerleştirilmiş ve buraya Esma-i Hüsna yazılmıştır. Kubbe yazı ve çeşitli motiflerle bezelidir. Ortada Besmele ile birlikte Fatiha suresinin bulunduğu bir madalyon yer almaktadır. Ayrıca İsmi Celal ve İsmi Nebi’nin tekrarlandığı kufi bir yazı şeridi de dikkati çekmektedir. Türbenin abanoz ağacından yapılmış kapısı Türk ağaç işçiliğinin güzel örnekleri arasındadır. Kapının sağ ve sol kanatlarındaki “Küllü nefsin Zaikatü’l- mevt sümme ileyna terceün” ayetinin yazılı olduğu sedef kakmalı kareler Dalgıç Ahmet Ağa’ya aittir. Türbede çeşitli ölçülerde 50 sanduka bulunmaktadır. Sultan III. Murat başta olmak üzere, hasekisi ve Sultan III. Mehmet’in annesi Safiye Sultan’ın sandukası bulunur. Sultan III.Murat’ın kızları Fahri, Mihriban ve Fatma sultanlar ve ayrıca 20 kızı, Sultan I.Ahmet’in şehzadesi Kasım, Sultan III. Mehmet’in tahta çıktığı sırada öldürülen 20 şehzadesi, 20 kızı, Sultan İbrahim’in bir şehzadesi ve iki kız gömülüdür. Türbenin yanında Sultan III. Murat’ın oğullarının gömülü bulunduğu dıştan sekizgen, içten dört köşeli Şehzadeler Türbesinde Padişahın dört oğlu ile kızı gömülüdür.

KALENDERHANE CAMİİ (Aya Akataleptos Manastırı)

Eminönü İlçesi’nde, Vezneciler semti 16 Mart Şehitleri Caddesi üzerinde ve Vezneciler Kız Yurdunun yanında bulunan Kalenderhane Camii; Kiliseden devşirilmiş camilerimizdendir. Yapının kilise olarak ne zaman yapılandırılmaya başlandığı kesim olarak bilinmemekle birlikte, 9. ve 12. yüzyıllar arasında inşa edildiği sanılmaktadır.

Fatih Sultan Mehmed İstanbul’u aldıktan sonra bu kiliseyi, ordudaki kalender adlı dervişlere tahsis ettiği için mekân Kalenderhane olarak anılır. 18 yy.da Babüssaade Ağası Maktul Beşir Ağa tarafından camiye çevrilmeden önce kilise ve daha önceki dönemlerde manastır olarak kullanılmıştır. Saray hamamından, komnen kiliseye, sonra bir zaviyeye, daha sonra küçük bir camiye çevrilen mekân, İmparatorluğun çöküşüne doğru harap bir hale gelmiş ve caminin minaresi 1930 yılında yıldırım çarpması sonucu yıkılmış, 1966 yılından 1972 yılına kadar süren onarım sonrası tekrardan ibadete açılmıştır. Ayrıca tarihi yapı; 1966 ve 1975 yılları arasında Harvard Üniversitesi ve İTÜ işbirliği ile ayrıntılı bir kazı çalışmasına da sahne olmuştur.

Kalenderhane Camisi’nin ana mekânına, tonozlarla örtülü narteksten girilmektedir. Ana mekânın ortası pandantifli kubbeyle örtülüdür ve bu ana kubbe, beşik tonozlarla desteklenerek tavan örtüsü ortaya çıkarılmıştır. Caminin duvarları taş ve tuğla karışımıdır. İç duvarlar renkli mermer kaplama ve kabartmalarla süslenmiş olan yapı ibadete açık olup, aynı zamanda yerli ve yabancı konukların da uğrak yeridir.

MOLLA ZEYREK CAMİİ (Zeyrek Camii – Pantokrator Kilisesi)

Fatih İlçesi Zeyrek Semtinde Atatürk Bulvarı İbadethane Sokağı’nda ve Haliç’e hâkim bir yamaç üzerinde inşa edilen Zeyrek Camii, kiliseden camiye çevrilen mabetlerimizdendir.

Orta Bizans Dönemi’nin sonlarında yapıldığı bilinen Pantokrator Manastırı kiliselerinden olan yapının yapımına; II. İoannes Komnenos’un ilk eşi Macar Kralı Laszlo’nun kızı Eirene tarafından başlanmıştır. Latin işgalinde zarar görmüş ve kiliseye Katolik rahipler tarafından el konulmuştur. Pantokrator Manastırı İstanbul’un fethinden sonra Fatih Külliyesi Medreseleri yapılana kadar medrese olarak kullanılmış, cami zeyrek ismini; medresenin müderrisi olan Molla Zeyrek Mehmed Efendi’den almıştır. Zeyrek Camii, 18 yy.da büyük bir onarımdan geçirilmiş ve bu onarım esnasında dönemin mimari anlayışıyla paralel olarak, barok kesitler öne plana çıkmıştır. 1950’li yıllara doğru yine harap duruma düşen yapı, 1966 yılında Vakıflar idaresi tarafından restore edilmiş, bu restorasyon sırasında çürüyen ahşap döşeme kaldırılınca, süslemeli zemin işlemeleri meydana çıkmıştır. Ayrıca, Kariye Camisi’nin minberi de buraya taşınarak namaz mekânı meydana getirilmiştir. Pantokrator Manastırı’ndan görünür bir iz ve kalıntı yoktur. Ama caminin çevresinde daha önceleri manastırın altında olduğu anlaşılan değişik ölçülerde sarnıçlar mevcuttur.

Bizans zamanında Manastırın Kilisesi olan bugünkü Zeyrek Camii; üç yapıdan müteşekkil kompleksin, ilk bölümünün güneyindeki yapı olduğu tahmin edilmektedir. Tek şerefeli tek minaresi olan Zeyrek Camii, tuğla ile örülmüş ve toplam beş kubbe ile tavan örtü sistemi meydana getirilmiştir.

Günümüzde pekiyi durumda olmayan yüzyılların tanığı yapı, ziyaretçilerini tarihsel bir zaman yolculuğuna çıkarmaya devam etmektedir.

BÜYÜK MECİDİYE (ORTAKÖY) CAMİİ

Ortaköy Camii; Beşiktaş’ta Ortaköy İskelesi’nde ve Boğaziçi’nin Rumeli yakasında yükselen 19 yy camilerindendir. Cami, Abdülmecit tarafından Nigoğos Balyan’a 1853 yılında inşa ettirilmiştir. Büyük Mecidiye Camii olarak da bilinen yapı Barok mimarisinin güzel örneklerindendir.

Caminin inşa edildiği yerde daha önceleri, Vezir İbrahim Paşa’nın damadı Mahmut Ağa’nın yaptırdığı bir mescit vardı. 1721 yılında yaptırılmış olan bu mescit, Patrona Halil ayaklanması esnasında yıkılmıştır. Yerine yapılan bugünkü Ortaköy Camii, 1894 gerçekleşen depremden sonra minaresinin külah bölümü yeniden düzenlenmiş; 1960 yılında göçme tehlikesiyle karşı karşıya kaldığı anlaşılınca temel güçlendirmesi yapılmış ve 1984 geçirdiği yangın felaketinden sonra restore edildikten sonra eski ihtişamına kavuşturulmuştur.

Cami Sultan Camilerinde olduğu gibi Harim ve Hünkâr Kasrı’ndan müteşekkildir. Harim bölümü, kenar uzunluğu 12,25 olan kare planlı ana mekân ve bu ana mekândan geçilen bir ara mekândan meydana gelmiştir. Harim bölümünün tavan örtüsü pembe mozaik kaplı kubbedendir ve kubbe beden duvarları üzerine oturtulmuştur. Caminin tek şerefeli iki minaresi vardır, mihrap mozaik ve mermerdendir, minber ise somaki kaplı mermer işçiliğidir. Yapının kuzey girişinde, eliptik bir merdivenle çıkılan iki kat üzerine inşa edilmiş yapıysa Hünkâr Kasrı’dır.

Ortaköy Camii, 19 yy.dan günümüze ulaşmış ve Boğaziçi manzarasının ana öğelerinden biri olmayı başarmış, barok mimarisinin güzel örneklerinden biridir.

Caminin Banisi:

Sultan I.Abdülmecit, 31. Osmanlı padişahı ve 110. İslam halifesidir. Sultan II. Mahmut'un Bezmialem Sultan'dan olan oğludur. Döneminde Tanzimat Fermanı'nı ilan ettirmesiyle meşhurdur. Osmanlı Devleti'nin son dört padişahının babasıdır ve en çok sayıda oğlu padişahlık yapmış olan padişahtır. Abdülmecit, babası gibi tüberküloza yakalanmıştı. Ihlamur Köşkü'nde öldüğünde 38 yaşındaydı. Fatih'te, Sultan Selim semtinde, Yavuz Selim Camii Haziresi'nde, Sultan Abdülmecit Türbesi'ne defnedildi. Batı kültürüyle yetiştirilmiştir. İyi Fransızca konuşur ve batı müziğinden hoşlanırdı. Babası II. Mahmut gibi yenilik yanlısıydı. Babasının vefatı üzerine tahta çıktı. Talihi, Mustafa Reşit, Mehmet Emin Ali Paşa, Fuat Paşa gibi devlet adamlarına rastlamasıydı. Aracısız halkın dertlerini halkın kendi ağzından dinleyen ilk padişahtır. 1 Temmuz'da 1839 tahta çıktı.

Londra ve Paris'te, Osmanlı devletindeki ıslahat hazırlıkları konusunda görüşmelerde bulunan hariciye nazırı Mustafa Reşit Paşa, bir ıslahat programının gerekliliğine padişahı inandırdı. Hazırlanan Gülhane Hatt-ı Hümayunu Mustafa Reşit Paşa tarafından 3 Kasım'da Gülhane'de okundu. Tanzimat dönemini açan bu belgeyle, yargılamasız kimsenin cezalandırılamayacağı, mal ve mülkünün zorla alımına gidilemeyeceği ilkesi getiriliyor, devletle birey arasındaki ilişkileri düzenleyecek yasaların çıkarılacağı açıklanıyordu.

Fransız ceza kanunu çevrilerek uygulamaya konuldu. İlk idadiler açıldı. 1847'de Mekatibi Umumiye nezareti kuruldu. 1848'de ilk muallim mektebi, aynı yıl Harbiye'de kurmay sınıfı, 1850'de Darülmaarif adı verilen lise, 1851'de ilk bilim akademisi sayılan Encümen-i Daniş açıldı. 1846'da Darülfünun binasının temeli atıldı. Askerlik yasası çıkarılarak kura yöntemi benimsendi, askerlik süresi 4-5 yıl olarak sınırlandı.

1840'ta kaime-i mutebere adıyla ilk kağıt para çıkarıldı. 1853 yılında Abdülmecit, Rusya'ya savaş açtı. Osmanlı Devleti, müttefikleri İngiltere, Fransa, Piyemonte ile birlikte Kırım Savaşı'nı kazandı. 1856 yılında Paris'te imzalanacak barış antlaşmasından önce padişah, Tanzimat Fermanı'nı tamamlayan Islahat Fermanı'nı ilan etmek zorunda bırakıldı. Azınlıklara, savaştan önce Rusların istediğinden daha fazla haklar veren bu belge, 1856 tarihinde Paris Antlaşması'nı imzalayan İngiltere, Fransa, Rusya, Avusturya ve Piyemonte tarafından senet kabul edildi.

Siyasi buhranları bu şekilde atlatan Abdülmecit, yeniden ıslahat işlerine döndü. 1856'da askerlik teşkilâtı yedi ordu esası üzerine kuruldu ve Hıristiyanlar da askere alınmaya başlandı. Maarif-i Umumiye nezareti kuruldu (28 Nisan 1857). Avrupa'ya öğrenci gönderildi (1857). Mülkiye Mahreç Mektebi (1859), Telgraf Mektebi (1860) gibi bazı meslek okulları açıldı. Yeni toprak kanunu (Arazi kanunnamesi) yayınlandı (1857). Devletin gelir ve giderleri bir bütçeye bağlandı. Tersane yeniden düzenlendi.

Bu sırada mâli durum da çıkmaza girmişti. Savaş giderlerini karşılamak üzere ağır koşullarla alınan dış borçların hazineye büyük yükü yanında padişahın ve sarayın sorumsuz harcamaları da durumu gittikçe ağırlaştırıyordu. Devlet, 1854 yılında Kırım Savaşı sırasında ilk kez dışarıdan borç almak zorunda kalmıştı. Bunu ikinci (1855), üçüncü (1858), dördüncü (1860), borçlanmaları izledi. Beyoğlu sarraflarından alınan borçlar da 80 milyon altın lirayı aştı. Bunlar için rehin verilen mücevherlerle borç senetlerinin bir bölümü yabancı tüccar ve bankerlerin eline geçti. 1859 yılında sadrazam Mehmet Emin Ali Paşa azledildi. İngiltere, Fransa, Avusturya, Prusya ve Rusya Bab-ı Ali'ye bir nota vererek, Islahat Fermanı'nda söz konusu edilen ıslahatların gerçekleştirilmesini istediler.

Sultan Abdülmecit, dışarıdan aldığı borçların bir kısmıyla saray ve köşkler yaptırdı. Dolmabahçe Sarayı (1853), Beykoz Kasrı (1855), Küçüksu Kasrı (1857), Mecidiye Camii (1849), Teşvikiye Camii (1854) Hırka-i Şerif Camii (1851), döneminin başlıca yapıtlarıdır. Bezmialem Valide Sultan Gureba Hastanesi'ni yaptırdı (1845-1846). Yeni Galata Köprüsü de aynı tarihte hizmete girdi.

Mimari Yapı:

Bu cami, Osmanlı Cami Mimarisi dışında Barok Üslubu’nda yapılmıştır. Caminin demir parmaklıklı küçük bir avlusu, iki tarafını saran geniş bir rıhtımı ve doğusunda bir bahçesi vardır. On bir basamaklı çift taraflı mermer merdivenlerle son cemaat yerinin önündeki cümle kapısının önüne çıkılır. Kapı üstündeki kitabede Ali Haydar’ın talik ile yazdığı Şair Ziver’in camiye tarih düştüğü şu şiiri vardır. Cami mimari plan olarak kare bir mekandır. Merkezi kubbesi harimin üstünü örter. Kubbe, askılarla dört duvar üzerine oturtulmuştur. Dış taraftan üç cephesi yığma sütunla süslenmiştir ki bu sütunlar aynı zamanda kubbeye payandalık ederler.

Osmanlı Cami Mimarisi’nde geleneksel olarak son cemaat yeri camiye girişten önce, cami dışındadır. Son cemaat yeri, Hünkar Mahfiline geçişi sağlayan bir ara mekân konumundadır. Bu camideki son cemaat yeri, Osmanlı Cami Mimari geleneğindekilere benzememektedir. Burada son cemaat yeri harim bölümüne kaydırılmış olup harim bölümünün kuzeyinde hünkâr mahfilinin altında gerçekten bir hazırlık mekânı olarak görülmektedir. Son cemaat yeri olarak bulunması gereken mekân, burada giriş holü işlevini yüklenmiş görünmektedir. Burada cümle kapısının sağında ve solunda bulunan birer tane dikdörtgen şeklinde ve ahşap doğramalı iki pencere vardır.

Son cemaat yeri diyebileceğimiz buradan harim kapısına vardığımızda, çift kanatlı geniş bir kapı görürüz. Harim kapısının da sağ ve solunda aynı şekilde dikdörtgen, ahşap doğramalı birer pencere bulunmaktadır. Harim bölümü, yüksek beden duvarları üzerine kubbeyle örtülüdür. Gayet ince ve oya gibi işlemelerle ve oymalarla süslenen bu caminin kubbesi; üzerleri kemerli dört büyük ve kalın duvarlarla, bunların dört köşesinde birer ağırlık kulesi yapılarak üzerlerine oturtulmuştur. Biçim ve statik işlev olarak gerçek bir ağırlık kulesi olmayan bu elemanların üstünde içi boş dekoratif figürler vardır. Kubbenin hemen altında ve bu kemerli duvarların üzerinde kubbeyi çepeçevre kuşatan dar bir kasnak vardır.

Caminin iç duvarları, kırmızı ve beyaz hareli pembe mozaikle kaplanmıştır. Caminin içi, üst sıralarda 12, alt sıralarda ise 8 büyük pencereden ışık alır. İç mekânın bu tasarımla insana ferahlık veren bir görüntüsü vardır. Mihrap, mermer ve mozaikle yapılmıştır. Üzerinde istalaktit vardır. Minberi de somaki mermer kaplıdır. Solda bir de somaki mermerden yapılmış vaaz kürsüsü vardır. Caminin duvarlarında bulunan Allah,Muhammed levhalarıyla, minberin üstündeki oyma Kelime-i Tevhid’in yazıları bizzat Padişah Abdülmecit tarafından yazılmıştır. Altında padişahın imzası okunmaktadır. Caminin harim kapısı üstünde sağda Hünkâr Mahfili, solda müezzin mahfili vardır. Bu mahfiller sundurma halinde değil birer loca gibidir. Caminin son cemaat yerinde sağda ve solda altlı üstlü üçer odalı ve sofalı birer kısım vardır. Sağdakinin kapısı denize açılır ki burası Hünkâr Mahfilidir. Hünkar Mahfili, kuzey girişinde batı cephesinde ve iki katlıdır. Bu düzenleme açıkça hünkârın deniz yoluyla geldiğine işaret eder.

Giriş, iki yandan on basamaklı merdivenlerle ulaşılan bir portikten verilmiştir. Bu şekilde caminin üst katına doğu ve batı tarafından her iki yönde bulunan merdivenlerle çıkılır. Bu nedenle cami bölümü olan harimden üst kata doğrudan ulaşma imkânı yoktur. Bu düzenlemenin dönemin protokol ve emniyet kurallarına uygun olarak yapıldığı da bir gerçektir. Caminin birer şerefeli yivli, ince iki minaresi vardır. Çok narin ve zarif görünümlü, sülün gibi, sahilden semaya ser çeken bu minarelerin şerefelerinin altında iri kabartma akont yaprakları İstanbul’da tek örnek olarak altın yaldızlarla boyanmıştır.

Zengin süslemeleriyle çok gösterişli olan bu cami, devamlı tamir gördüğünden, her defasında içindeki kalem işleri de yenilenmiştir. Yapıldığı tarihten bu yana farklı zamanlarda beş defa tamir geçirmiştir. Bu tamir yılları sırasıyla 1862-1866-1894--1964-1984’tür.1894 yılındaki büyük zelzelede kıble tarafındaki pencerenin üstü ve duvarı çatladığı için alçı ile kontrol camı konmuştur. Bu felakette minarelerin ikisi de şerefelerin altına kadar yıkılmış sonra tekrar yapılmıştır. Bütün bu onarımlardan sonra Ortaköy Deresi yatağı üzerindeki temellerinin yeterli sağlam sahip olmadıkları ve caminin denize doğru kaydığı ve göçmek üzere olduğu anlaşıldığında, onarıma alınmak üzere cami 1960 yılında ibadete kapatıldı. Dört yıllık bir bekleme ve araştırmadan sonra 1964’de önemli bir onarımdan geçti.

Cami kubbesi askıya alındı. 20 metre derinlikteki sağlam zeminde inşa edilen fore kazıklarla temel takviye edildi. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün yürüttüğü önemli bir restorasyon projesi olarak bilinen bu çalışmalarda 64 tane fore kazık cami benden duvarları boyunca karşılıklı olarak kullanılmış ve 80 ton çimento şerbeti enjekte edilerek zemin takviye edilmiştir. Duvar araları oyularak içinden demir putreller geçirildi ve nihayet askıya alışmış olan kubbe sökülerek yerine özgün kubbe formunu elde etmek üzere biri içerde, diğeri dışarıda iki ince betonarme kabuk yapılarak kubbe yenilendi. Bu restorasyon da beş milyon lira harcanmıştır. Cami ibadete 1976’da açılmıştır. Ortaköy Büyük Mecidiye Camii bu büyük restorasyon dan sonra 1984 yılında büyük bir yangın geçirdi ve beşinci defa onarıldı.

PERTEVNİYAL VALİDE SULTAN CAMİİ

Valide Camii, Fatih’te Aksaray Meydanı dört yol ağzında, Atatürk Bulvarı’nın girişinde inşa edilmiştir. Yapı Abdülaziz’in validesi Pertevniyal Sultan tarafından, Sarkis Balyan’a 1871 yılında yaptırılmıştır. Bazı kaynaklarda, caminin mimarının İtalyan mimar Montani olduğu söylenmektedir.

Valide Camisi’nin yerinde daha önceleri Hacı Mustafa Ağa Camii adlı caminin harabesi üzerine inşa edilmiştir. Cami, mevcudundaki muvakkithane, sebil, türbe ve mekteple birlikte daha çok bir külliye olarak tasarlanmıştır. Cami, son cemaat yeri ve harim olmak üzere iki kısımdan meydana gelmiştir. Harim 10x10 genişliğinde bir alana sahip ve tavan örtüsü kubbedendir. Bu küçük kubbe, on altıgenli yüksek bir kasnağa oturtulmuştur.

Tarihi camii, İstanbul camileri içinde süslemelerin ve bezemelerin en çok kullanıldığı camilerdendir. Burada, dönemin mimari anlayışındaki batı etkisi ve 16. veya 17.yy.ın süsleme tekniğinin harmanlandığı görüyoruz. Ayrıca; altın yaldızla parlatılan, mavi rengin hâkim olduğu, kalem işi bezemeler mimari estetikte ön plana çıkan öğelerdir. Ve caminin duvarları, içten ve dıştan motif ve yazılarla bezenmiş mermer kaplamadır. Caminin Aksaray Meydanı’na bakan avlu kapısındaki taş işçilik, Osmanlı taş işçiliğinin ulaştığı son noktadır.

19 yy.ın sonlarında yapılmış olan Valide Külliyesi’nin 1956–1959 yılları arasında süren Aksaray Meydanı düzenleme çalışmalarında ve Vatan ve Millet caddelerinin açılması esnasında Pertevniyal Sultan türbesi, muvakkithanesi ve sebili kaldırılmıştır. Sebil daha sonraları caminin avlusuna taşınmış, alt geçit ve üst yol çalışmalarında cami yol kotunun yükselmesinden dolayı yola göre gömülü kalmıştır.

Caminin Banisi:

Pertevniyal Valide Sultan,1812 yılında doğmuştur. Osmanlı padişahı Sultan Abdülaziz'in annesi, Valide Sultan ve Sultan II. Mahmut'un eşidir. Perteviyal Valide Sultan Ulah asıllıydı ve doğduğu zamanki ismi Hasna Besime'ydi. 1829 yılında Sultan II. Mahmut'un eşi oldu. 10 yıllık bir evlilikten sonra eşi vefat etti. 25 Haziran 1861 tarihinde Sultan Abdülmecit'in vefatı üzerine oğlu Abdülaziz tahta geçince Pertevniyal Sultan da Valide Sultan unvanını aldı. Oğlunun bütün saltanatı boyunca Valide Sultan kaldı. Hayır hasenata çok önem verirdi. Pertevniyal Lisesi'ni, Pertevniyal Valide Sultan Camii'ni yaptırdı. Konya Aziziye Camii'nin yapımında da büyük maddi yardımları oldu. 1874 yılında oğlu vefat edince Valide Sultanlık dönemi bitti ama 7 yıl daha yaşadı. Ayrıca Yusufpaşa'da bulunan Aksaray Mahmudiye İlk Öğretim okulunu eşi Sultan II. Mahmut'un anısına yaptırmıştır. Okul birkaç kez talihsizliklerle karşılaşmasına rağmen bugün hala hizmet vermektedir. 5 Şubat 1883 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda vefat etti. İstanbul'un Aksaray semtinde bulunan kendisinin yaptırmış olduğu Pertevniyal Valide Sultan Camii'ndeki Pertevniyal Sultan Türbesine gömüldü.

Mimari Yapı:

Pertevniyal Camisinin, neogotik tasarımıyla klasik camilerden oldukça farklı bir mimarisi vardır. Devlet ileri gelenlerinin, din bilginlerinin, hocaların katılımıyla düzenlenen büyük bir törenle temeli atılmıştır. Pertevniyal Valide Sultan temel atma törenini meydanı görebilen bir evin penceresinden izlemiştir. Tek şerefeli iki minaresi, Dolmabahçe Camii'nin minarelerinden daha geniş tutulmuştur. İç mekan bakımından da Dolmabahçe caminden daha geniştir. Tek kubbesi yüksek, fakat küçüktür. Neo gotik yüzey bezemeleri bu camiye ayrı bir güzellik kazandırır. Aynı bezeme zenginliği ve güzellik caminin iç kısımları için de geçerlidir. Altın yaldızla parlatılan mavi rengin egemen olduğu kalem işi süslemeler, iç mekanı baştan sona süslemektedir. Caminin Aksaray Meydanı’na bakan avlu kapısı, İstanbul`da ki camilerde pek alışılmadık ve aynı zamanda da göz kamaştırıcıdır. Bu kapı Osmanlı taş oyma sanatının nadide ürünlerindendir.

1956-59 arasındaki Aksaray Meydanı düzenlenmesi esnasında sebil gibi camiye ait bazı unsurlar kaldırılmış veya yeri değiştirilmiştir. Caminin ile beraber inşa edilmiş yapılar şunlardır. Cami, çeşme, kütüphane, Pertevniyal Sultan'ın türbesinde oluşmaktadır. Kütüphanesindeki eserler daha sonraki yıllarda Süleymaniye Yazma eserler kütüphanesi'ne taşınmıştır. Trafik sorunlarından en çok etkilenen cami bu camidir. Caminin kahyası Hüseyin Bey cami masrafı olarak 7961 kese 396 kuruş 10 para harcamış; üç ayrı temel çukuruna olmakla 3225 lira temele gömülmüştür.

NUSRETİYE CAMİİ

Nusretiye Camisi’nin yerinde daha önceleri, III. Selim’in yaptırdığı Arabacılar Kışlası’nın camisi bulunuyordu. Bu cami Firuzağa yangınında yanınca; Beyoğlu’na bağlı Tophane semtinde, Meclisi Mebusan Caddesi üzerinde yer alan Nusretiye Camii, II. Mahmut tarafından Krikor Amira Balyan’a yaptırılmıştır. Caminin inşaatı 1823 yılından 1826 yılına kadar sürmüş ve yapı 1955–58 arasında kapsamlı, 1980 ve 1992 yıllarında kısmen restore edilmiştir.

Nusretiye Camisi’nin harimine, barok üslupta inşa edilmiş 4 m yüksekliğinde ve 2,10 m genişliğinde görkemli bir kapıdan girilir. Harim 7.50x7.50 m ölçülerinde kare plan üzerine inşa edilmiş ve harim tavanı 33 m yüksekliğindeki pandantifli bir kubbe ile örtülmüştür. Kalem işleriyle bezeli kubbe kasnağını yirmi pencereli açıklıklar dolaşır. Mihrap nişleri camideki diğer mimari öğelere kıyasla sadedir. Mihrap nişlerinin iki yanında iki pencere bulunur ve mihrap içten daire biçimli, yarım kubbeyle örtülüdür. Ayrıca, cami Osmanlı klasik mimarisinin son örneği olan, dört sıralı pencere açıklıklarına sahiptir. Mermer duvar kaplamaları da ikinci sıra pencere açıklıklarının hizasına kadar yükselir.

Cami girişinin doğu ve batı yakasındaki çıkıntılı yapı, Hünkâr Kasrıdır. Hünkâr Kasrı yuvarlak kemerli mermer sütunlar üzerine oturmaktadır. Hünkâr Kasrına son cemaat bölümündeki odalardan ve dış yan revaklardan da girişler verilmiştir. Sultan girişi ise, denize bakan güney cephededir. Hünkâr Kasrının duvarları renkli bitki motifleriyle süslenmiş ve kemerli kapısında Hattat Mustafa Rakım’ın yazıtı yapıdaki estetiği doruğa çıkarmıştır.

Tarihi caminin iki şerefeli iki minaresi ve avluda on sütun üzerine oturan kubbeli şadırvanın yanı sıra avluda muvakkithane ve sebil olmak üzere iki ayrı yapı daha bulunur. Nusretiye Camii, gerek inşa edildiği mekân gerekse mimari ayrıntılarıyla, cami mimarisinin görülmeye değer ürünlerindendir.

ŞEPSEFA HATUN CAMİİ

Şepsefa Kadın Camii; Eminönü İlçesi’nde, Zeyrek semtinde ve Atatürk Bulvarı üzerinde 1787 yılında inşa edilmiştir. Caminin banisi, I. Abdülhamit’in eşi Fatma Şepsefa Hatun’dur. Şepsefa Hatun, camiyi oğlu Şehzade Mehmed’in hatırası için yaptırmıştır. Camii; Sıbyan mektebi ve yol çalışmaları esnasında eski yerinden kaldırılmış olan çeşmeleriyle düşünüldüğü zaman, bir külliye olarak tasarlandığı görülmektedir.

Caminin duvar örgüsü, taş ve tuğladandır ve mimari üslubu baroktur. Harim tavanı kubbedendir ve kubbe, on altı pencereli bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Bu kubbe, yapının köşelerindeki dört küçük kubbecikle desteklenmiştir. Son cemaat yerinde ise, beş mermer sütun mevcuttur. Caminin sağ tarafındaki tek şerefeli minaresi de kesme taştan inşa edilmiştir. Ayrıca; Caminin kapısında bulunan kitabedeki şiir, Şeyhülislam 5. Yahya Tevfik’e aittir.

Camiyi yaptıran Şepsefa Hatun, caminin haziresinde medfundur. Yüksek bir set üzerine oturtulan cami, yol çalışmaları sonrası cadde kotunun altında kalmıştır.

Caminin Banisi:

Şebi-sefa Hatun, camiyi oğlu Şehzade Mehmet’in hatırası için yaptırmıştır. Fatma Şebsefa Hatun Sultan I.Abdülhamit’in dördüncü hanımıdır.

Mimari Yapı:

Yapı, barok üslubunda inşa edilmiştir. Yapı malzemesi olarak taş ve tuğla kullanılmıştır. Yüksek bir mahzen üzerindeki camiye, bahçeden iki yönlü merdivenlerle ulaşılmaktadır. Caminin mimari planı bir dikdörtgen formundadır. Dış cephelerdeki duvar örgüsü tuğla ağırlıklı olarak taş ve tuğladandır. Camiinin üstü tek bir merkezi kubbeyle örtülmüştür. Kubbe altıgen bir kasnak üzerine oturmuştur. Kubbe kasnağında on altı pencerelidir. Kubbe kasnağının deformasyonunu engellemek için dört ağırlık kulesi inşa edilmiştir. Kubbe ve çatı örtüsü kurşundur. Cami, almaşık yapısının tuğla renklerinden dolayı kırmızımsı bir görünüm vermektedir. Duvarlardaki iki sıralı pencereler mermerdir. Mihrap mermerden olup, nişinde kalem işi süslemeler mevcuttur. Vaaz kürsüsündeki mermer işçiliği de aynı özellikleri taşır. Ahşap minber dört sütun üzerinde olup çokgen külahlıdır. Mihrabın bulunduğu duvar, dört bölümden ibarettir. Doğu ve batı cephesindeki duvarlar, birbirleriyle aynı özelliktedir. Caminin yan cephelerinde üç sırada pencereler bulunur. En alt sıradaki dört pencere dikdörtgen formlu olup üstlerinde tahfif kemeri bulunmaktadır. İkici sıradaki dört pencere ise yuvarlak kemerli olup lentoları tuğladır. En üst sırada ise yarım kubbe yerine kubbe kasnağı kemerle taşınmıştır. Bu noktada iki pencere bulunmaktadır.

Son cemaat yeri ise, beş mermer sütunla taşınmaktadır. Son cemaat yeri iki katlı olarak tasarlanmıştır. İki katın birden üstü tonozla ve kurşunla örtülmüştür. Son cemaat yeri üstünde alt düzene uyan beş pencere vardır. Bu pencereler mermer beyaz silmelidir. Bu pencerelerin üstündeki tahfif kemerleri ise farklı renklerdedir. Caminin sağ tarafındaki tek şerefeli minaresi de kesme taştan inşa edilmiştir. Ayrıca; Caminin kapısında bulunan kitabedeki şiir, Şeyhülislam V.Yahya Tevfik’e aittir. Son cemaat yerinin üstünde bulunan mahfilin batıya açılan beş penceresi bulunmaktadır. Bu pencerelerin etrafındaki mermer söveler binanın görünüşüne güzellik katmaktadır. Son yıllarda son cemaat yerleri aluminyum doğrama ile kapamak sıkça görülen bir tahribattır. Bu camide de bu görülmektedir. Camiyi yaptıran Şebi-sefa Hatun, caminin haziresinde medfundur. Diğer köşede ise sıbyan mektebi mevcuttur. Bu mektepte kız ve erkek çocuklar birlikte okurdu. Yüksek bir set üzerine oturtulan cami, yol çalışmaları sonrası cadde kotunun altında kalmıştır. Merak edenler için Şebisefa kelimesinin Türkçe anlamı Gece Sefasıdır.

KADIRGA -SOKULLU MEHMET PAŞA KÜLLİYESİ

Sokullu Mehmed Paşa Külliyesi, Bizans zamanında Aya Anastasia Kilisesi’nin bulunduğu eğimli arsa üzerine bina edilmiştir. Külliyenin mimarı, Osmanlı mimarisine damgasını vuran Mimar Sinan’dır. Külliye camisinin 15.30x18.80 ölçülerindeki ibadet mekânı; altı ayak üzerine oturtulmuş 13 m çapındaki altıgen kubbe ile örtülmüştür. Prizmatik mukarnas oymalı Mihrap ve minber, dönemin mermer işçiliğinin güzel örneklerindendir. Özellikle; minber külahının çini kaplamaları ve mihrabın iki yanındaki çini panolar, görsel bütünlüğe ayrı bir lezzet katmıştır. Camide toplam doksandan fazla pencere bulunur ve bu pencereler yan cephede ve kasnakta yoğunlaşır. Bu caminin diğer bir özelliği ise, dört küçük Hacer-i Esved parçasının giriş mahfilinin altına, mihraba ve diğer iki parçasının da minber külahı ve kapısına konmuş olmasıdır. Caminin kesme taştan inşa edilmiş tek şerefeli minaresinin üzerinde, Mimar Sinan’ın eserlerinde kullandığı dikey hatlar mevcuttur.

Caminin iç avlusunda; tavan örtüsü kubbeden olan 16 oda ve bir dershaneden meydana gelen külliye medresesi bulunur. Avlunun ortasında ise; avlu ile bütünleşmiş, sanatsal değere sahip bir şadırvan bulunur.

Külliyenin Banisi:

Sokollu Mehmet Paşa ya da gerçek adıyla Bayo Sokoloviç 1505 tarihinde doğmuştur. Sultan I. Süleyman döneminde Osmanlı donanmasının Kaptan-ı Deryalığı ve yine Sultan I. Süleyman, Sultan II. Selim ve Sultan III. Murat dönemlerinde toplam 14 yıl, 3 ay, 17 gün Osmanlı Devleti'ne sadrazamlık yapmıştır. Boşnak asıllı bir Osmanlı devlet adamıdır. Sultan I. Süleyman'ın son vezir-i azamı olmuştur. Hem Osmanlı İmparatorluğu'nun zirvede bulunduğu dönemi simgelemesi itibariyle hem de icraatları, projeleri ve kişiliği sayesinde en büyük Osmanlı sadrazamlarından biri kabul edilir. İki metreyi aşan boyu ile aynı zamanda en uzun boylu Osmanlı sadrazamı idi.

1505 yılında Vişegrad kadılığındaki Rudo kasabasına uzak olmayan ve Osmanlı idaresi altında iken Sokol olarak adlandırılan Sokoloviçi’nden gelmektedir. Bu nedenle Balkan halkları arasında Mehmet Paşa Sokoloviç olarak anılır. Vaftiz edilirken Bayo adı takılmıştı. Babasının adı Dimitriye'ydi. Dimitriye'nin bir kızı ve Sırp tarihçilerine göre üç, Türk yazarlarına göre ise iki oğlu daha vardı. 1519 yılında devşirme sistemi ile çocuk yaşta Edirne Sarayına getirilmiş, Mehmet adı verilerek Türk ve Müslüman kültürü ile yetiştirilmiştir. Ardından İstanbul'a gönderildi. Topkapı Sarayı'nın Enderun bölümünde çeşitli görevlerde bulundu. 1541'de Kapıcıbaşılığa yükseldi. 1546'da saray hizmetlerinde başarılı olanların dış göreve atanmaları yolundaki gelenek uyarınca Kaptan-ı Derya'lığa getirildi. Görevde iken Trablusgarp Seferi'ne katıldı, İstanbul Tersanesini genişletti ve yeniledi. 1549'da vezirliğe yükselerek Rumeli Beylerbeyliğine atandı.

Semiz Ali Paşa'nın sadrazamlığa yükselmesiyle ikinci vezir olan Sokollu, onun 1565'de ölmesiyle sadrazamlığa getirildi. Yaşı hayli ilerlemiş olan Süleyman çok güvendiği Sokollu'ya geniş yetkiler vermişti. 1561'de üçüncü vezir iken Süleyman'ın torunu ve Sultan II. Selim'in kızı Esmehan Sultan ile evlendi.

Bu tarihten ölümüne kadarki 15 yıl boyunca Osmanlı İmparatorluğu'nun idaresini fiilen elinde tuttu. I. Süleyman'ın son seferi olan Zigetvar kalesi fethini, padişah öldükten sonra o idare etti. Süleyman'ın ölümünü askerden II. Selim gelinceye kadar saklayarak onu tahta çıkarmayı başardı. II. Selim döneminde sürekli sadrazamlıkta kaldı ve devlet işlerini idare etti. Ama Piyale Paşa ve Lala Mustafa Paşa gibi karşıtların etkisiyle Divan 1570'de Kıbrıs'ın alınması kararını aldı. Sokollu Venediklilere karşı böyle bir savaşın Avrupa'yı kendilerine karşı birleştireceği görüşündeydi. Ama Lala Mustafa Paşa Divan'a uyarak 1571'de Kıbrıs'a çıktı. Haçlı Donanması'nın misillemesinde Osmanlı donanması İnebahtı'da yenildi. Alınan ağır yenilgi karşısında Osmanlılara gelen bir Venedik elçisine "Biz sizden Kıbrıs'ı alarak kolunuzu kestik, siz ise donanmamızı yenmekle yalnızca sakalımızı kestiniz; unutmayın ki, kol bir daha yerine gelmez, ama sakal eskisinden de gür çıkar." dedi. Gerçekten de Sokollu'nun dediği oldu ve Venedikliler barış istemek zorunda kaldılar. Daha sonra Osmanlı Donanması Tunus'u İspanyollardan aldı.

Sokollu 1574'te ölen Sultan II. Selim'in yerine geçen Sultan III. Murat döneminde de sadrazamlığını sürdürdü. Sokollu Mehmet Paşa, 11 Ekim 1579 tarihinde III. Murat'ın eşi Safiye Sultan tarafından tutulan ve derviş kılığına girmiş bir yeniçeri tarafından bir ikindi divanı çıkışında kalbinden hançerlenerek öldürüldü. Paşa'yı öldüren şahıs ise hemen oracıkta askerler tarafından parçalanırken başta padişah olmak üzere bütün devlet ileri gelenleri hemen içeri alındı. Sokollu ise yapılan bütün müdahalelere rağmen kurtarılamadı ve kısa bir sürede hayatını kaybetti. Daha sonra Eyüp'te defnedildi.

Sokollu Mehmet Paşa 14 yıl süren sadrazamlığı boyunca usta bir siyasetçi olarak öne çıkmış, birçok askeri ve siyasal başarının elde edilmesinde birinci derecede rol almıştır. 60 yıllık devlet hizmeti sırasında da hiçbir görevinden alınmamış, daima bir üst göreve atanmış olması da ayrı bir özelliğidir. Sokollu bir tanesi İstanbul'da, diğerleri Lüleburgaz, Havsa ve Payas Hatay'ta bulunan beş külliyesi, imparatorluğun hemen her yanına yayılmış eserleri olmuştur.

Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi, üç padişaha sadrazamlık yapan Sırp asıllı Sokollu Mehmet Paşa adına 1571'de karısı tarafından yaptırılmıştır.

Külliye Camisi:

Külliyenin merkezinde bulunan cami, bu eğimli alana yapılabilecek en güzel çözümdür. Dik yokuşlardan oluşan sokakların arasında kurulan külliye, bu güçlükten plan olarak da yararlanmış, üç sokaktan ve üç farklı kottan girilen külliyenin avlusuna merdivenlerle ulaşılarak pek sık rastlanmayan bir zenginlik yaratılmıştır. Avluda mermer bir şadırvan yer alır. Çevresinde medresenin bölümleri bulunur. Camide, İznik çinileri ve orijinal kalem işleri de bulunmaktadır. Sultanahmet Camii ile Küçük Ayasofya Camii arasındaki Kadırga yokuşunda 2 metrelik duvarla çevrili bir alanda yapılmış olan caminin banisi Sokollu Mehmet Paşa, mimarı Mimar Sinan'dır. Eğimli bir arazide, tek minareli, tek kubbelidir. Sokollu Mehmet Paşa'nın İstanbul'da iki yerde kendi adını taşıyan camilerden biridir. Öteki cami, Azapkapı'daki Sokollu Mehmet Paşa Camii'dir.

Sultanahmet Camii önündeki At Meydanı'ndan Kadırga'ya inen Şehit Mehmet Paşa yokuşu üzerindedir. Aynı yokuşun sonunda Küçük Ayasofya Camii bulunmaktadır. Üç dış kapıdan mermer taşlı avluya girilir. Avlunun ortasında kubbeli bir şadırvan ve etrafında medrese odaları bulunmaktadır. Son cemaat yeri platformu sağlı sollu uzanır ve ortada caminin orta büyüklükteki giriş kapısından camiye girilir. Mihrap çevresinde insan boyundan büyük iki mum ve mihrap üzerinde hat sanatlı çini süsleme boydan boya kaplıdır. Caminin ses ve aydınlatma sistemi her Sinan camiindeki gibi mükemmeldir. Giriş sahını sağ ve soldan ikinci kata çıkar. Bu caminin mihrap, minber, kubbe bölümlerinde Hacerülesved parçaları gömülüdür. Caminin kuzeyinde şerefe kısmından üstü yıkılmış eski bir tuğla minare vardır. Sultanahmet tarafındaki avlu kapısından ve bu kapının karşı tarafındaki kapı ile kıbleye bakan merdivenli kapıdan girildiğinde üç kapıdan da medrese revakından geçerek avluya girilir. İlk iki kapı girişinde mezarlıklar vardır.

Külliye camisinin 15.30 x18.80 ölçülerindeki ibadet mekanı; altı ayak üzerine oturtulmuş 13 m çapındaki altıgen kubbe ile örtülmüştür. Prizmatik mukarnas oymalı Mihrap ve minber, dönemin mermer işçiliğinin güzel örneklerindendir. Özellikle; minber külahının çini kaplamaları ve mihrabın iki yanındaki çini panolar, görsel bütünlüğe ayrı bir lezzet katmıştır. Camide toplam doksandan fazla pencere bulunur ve bu pencereler yan cephede ve kasnakta yoğunlaşır. Bu caminin diğer bir özelliği ise, dört küçük Hacer-i Esved parçasının giriş mahfilinin altına, mihraba ve diğer iki parçasının da minber külahı ve kapısına konmuş olmasıdır. Caminin kesme taştan inşa edilmiş tek şerefeli minaresinin üzerinde, Mimar Sinan’ın eserlerinde kullandığı dikey hatlar mevcuttur.

Külliyenin Medresesi:

Medrese caminin avlusunda yer almakta olup, U şeklinde bir plan düzenine sahiptir. Avlu girişinden merdivenle çıkılan medresenin 16 adet üzeri tonoz örtülü hücresi ve bir de dershanesi bulunmaktadır. Kesme taştan yapılmış olan medresenin önünde yuvarlak sütunlarla birbirine bağlı revakın arkasında hücreler sıralanmıştır. Hücreler içeriye ve dışarıya birer pencere ile açılmakta olup, içlerine bir de ocak yerleştirilmiştir. Dershane kısmı avlunun ortasında dikdörtgen planlı olup, üzeri kubbe ile örtülmüş, hücreler ile cami arasında ilginç bir mimari kompozisyon meydana getirilmiştir. Dershanenin duvarlarında dikdörtgen söveli, ikişer pencere bulunmakta olup, üzeri kubbe ile örtülüdür. İçerisindeki bezemeden günümüze herhangi bir iz gelememiştir. Mimar Sinan tarafından yapılmış, Edirnekapı Mihrimah Sultan, Topkapı Gazi Kara Ahmet Paşa, Eyüp Zal Mahmut Paşa Camilerinde caminin avlusuna medrese inşa etme geleneği vardır.

Külliye Sıbyan Mektebi:

Sokollu Mehmet Paşa Külliyesi’nin bir yapısı olarak inşa edilmiştir. Çok eğimli bir arazide yapılan külliye çok değişik yüksekliklerden girilen bir orta avlu etrafında düzenlenmiştir. Bu yapı aynı zamanda dershane olarak da kullanılmıştır. Sıbyan mektebinin ilginç bir konumu olup, külliyenin yuvarlak kemerli avlu girişi üzerindedir. Sıbyan mektebine giriş avludan birkaç basamakladır. Kare planlı olan yapının üzeri tromplu bir kubbe ile örtülmüştür. Ön ve arka yüzlerinde, altta dikdörtgen söveli, üzerinde de yuvarlak kemerli alçı şebekeli ikişer penceresi bulunmaktadır.

Külliye Tekkesi:

Külliyede bulunan tekke Osmanlı mimarisinin klasik döneminden kalan nadir tarikat yapılarından biridir. Açık avlulu ve revaklı Osmanlı medreseleriyle benzerlik gösteren bu yapı kendine özgü özellikler taşır. Güneyde cami ile aynı eksende yer alan basık kemerli mütevazi kapıdan kare planlı ve kubbeli bir eyvana, buradan da iki sıralı beşer birimden oluşan bir revakla aynı ende olan tevhidhane bulunmaktadır. Tevhidhane girişi önündeki kare planlı revak birimi kubbeyle, dikdörtgen olan diğeri aynalı tonozlarla örtülüdür. Örtü öğelerini taşıyan sivri kemerler kuzeye ve güneyde duvarlara, ortada kare kesitli sütunlara oturmaktadır. Aynı eksen üzerinde sıralı bir cümle kapısı revak tevhidhane grubunun batı ve doğu yönlerinde on bir adet derviş hücresi barındıran ‘’L’’ biçiminde iki kanat uzamaktadır. Konumlarına göre kare ve dikdörtgen planlı olan bu odalar mütemadi beşik tonozla, önlerindeki revak da küfekiden kare kesitli sütunlara oturan ahşap sundurma ile örtülür. Batı yönündeki revak odalarının bitiminde kuzeye kıvrılıp tevhithanenin batı yönündeki cephesi boyunca devam eder. Arsanın eğilimden yararlanarak tekkenin batı kanadı iki katlı olarak tasarlanmış, alt katta basık kemerli bir revakın arkasına dokuz adet beşlik tonozlu oda bulunur. Tevhidhanenin bir de altına bir hamam yerleştirilmiştir. Tekke binasının en ilginç yapısı tevhidhanedir. Ortada bir kubbe, yanlarda düz tavanlarla örtülü olan dikdörtgen planlı mekanın güney duvarının ekseninde giriş bulunur. Normalde burada mihrap olur bunun tam karşısında ayinlerde önünde şeyh postunun serildiği mihrap görünümlü bir niş yer alır. Yapının konumu ve tekke sakinlerinin namazı külliyenin camisinde kıldıkları göz önünde tutulduğunda bu mekanda gerçek bir mihraba gerek duyulmamıştır.

Halvetiye’ye bağlı olarak faaliyete geçen tekke 18.yüzyıl başlarına kadar söz konusu tarikatla Celvetiye arasında el değiştirmiştir. 1925 yılında tekkelerin kapatıldığı tarihe kadar Halvetiye’nin Şabaniye koluna hizmet vermiştir. Ayin günü Perşembe olan tekkede 1885 tarihinde yedi erkek ile bir kadının ibadet ettiği Dahiliye Nezaretinin kayıtlarında yer almaktadır Tekke ile cami arasındaki hazirede ise tekke postnişinlerinin aile fertleri ve Sokollu Mehmet Paşa’nın oğlu İbrahim ve aile fertleri gömülüdür.

YILDIZ (HAMİDİYE) CAMİİ

Yıldız Camii, Beşiktaş’ta Barbaros Bulvarı’nın kuzeyinde ve Yıldız Sarayı yolu üzerindedir. II. Abdülhamit tarafından, 1885 yılında inşa edilen caminin asıl adı Hamidiye Camii’dir. Cami, Mimari şeması ve dekoratif öğeleri bakımından Osmanlı’nın mimari çizgisinden uzaktır.

Cami, II. Abdülhamid’in Yıldız Sarayı’na yerleşmesinden sonra inşa edilmiştir. Caminin hünkâr köşkü ve harimi dikdörtgen plan üzerinde görsel bir bütünlük arz eder. Caminin küçük ve yüksek kubbesi, on altı penceresi olan çokgen bir kasnak üzerine oturtulmuştur. Neogotik pencereler ve mukarnas dizisi cami kasnağına ayrı bir hava katmıştır. Kubbe bezemelerinde eşine pek rastlanmayan, mavi üzerine yıldız işlemeler ve hünkâr kasrındaki altın varak caminin zengin işlemelerine güzel bir örnektir. Ayrıca yapının minaresi, mukarnas şerefeli ve minare gövdesi tepeye kadar yivlidir.

ZAL MAHMUT PAŞA CAMİİ

Zal Mahmud Paşa Külliyesi; Eyüp İlçesi’nde, Zal Paşa ve Defterdar Caddesi arasında inşa edilmiştir. Külliye, Kanuni Sultan Süleyman’ın veziri olan Zal Mahmud ve eşi II: Selim’im kızı Şah Sultan tarafından Mimar Sinan’a yaptırılmıştır.

Külliye, Cami, iki dershaneli bir medrese, banilerin türbeleri, çeşme ve şadırvandan meydana gelmektedir. İnşa tarihi tam olarak belli olmayan külliyenin yapım yılı olarak 1577 yılı zikredilir. Caminin 12.40 m çapında kubbeli orta mekânı, yan galerilerle desteklenmiştir. Orta mekânı dolanan düz tavanlı revaklar, dörder sütun tarafından taşınmaktadır. Mukarnas kıble, Osmanlı klasik mimari geleneğiyle bağdaşır ve cami iç bezemeleri de 1955–1963 yılları arasındaki restorasyon çalışmalarında klasik tarzda yenilenmiştir. Yan duvarlarda sık aralıklarla verilen iki sıra pencere açıklıklar, Mimar Sinan’ın diğer eserlerinde görülmemiş bir üsluptur. Caminin duvarları taş ve tuğla ile almaşık örülmüştür.

Cami ve külliyenin diğer yapıları 1766 yılındaki depremde zarar görmüş ve II. Mahmud Dönemi’nde külliye elden geçirilmiştir. Caminin 5.10 m çapındaki sekizgen kubbe örtülü türbesinde Zal Mahmud ve zevcesi Esma Sultan medfundur. Ayrıca, külliyenim çeşmesi de kesme taştan ve dikdörtgen çerçeve içinde inşa edilmiştir.

Külliyenin Banisi:

Bosna’da dünyaya gelmiş, Enderun’da yetişmiş, çeşitli devlet görevlerinde bulunduktan sonra 1553 yılında Kanuni Sultan Süleyman’a yaptığı hizmetlerden ötürü “Zal” ünvanını unvanını almıştır. Zal Osmanlıca pehlivan anlamındadır.1564’de Anadolu Beylerbeyi, 1567’de Vezir olmuştur. Bu sırada Sultan II. Selim’in kızı Şah Sultan ile evlenerek saraya damat olmuştur. Zal Mahmut Paşa ile eşi Şah Sultan 1580 yılında hastalanmış, aynı gün ve aynı saatte ölmüşlerdir. Kanuni Sultan Süleyman’ın oğlu şehzade Mustafa’nın öldürülmesi olayından dolayı Zal Mahmut Paşa daima tarihte suçlu gösterilmiştir. Bundan dolayı yapılmış olan bu dev külliyenin tarih boyunca ziyaretçisi hep az olmuştur.

PİYALE PAŞA KÜLLİYESİ

Piyale Paşa Külliyesi; Beyoğlu İlçesi’nde, Kasımpaşa’da, II. Selim’in damadı Kaptan-ı Derya Piyale Paşa tarafından 1573 yılında Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Cami, Sıbyan mektebi, hamam, sebil, tekke, türbe ve çarşıdan meydana gelen bu külliyeden Günümüze yalnızca cami ve türbe kalabilmiştir.

Külliyenin camisi, 55x45 m bir alana inşa edilmiştir. Külliyenin duvarlarının bir kısmı kesme küfeki taşıyla, bir kısmı da moloz taşla örülmüştür. Caminin 30.50x19.70 m genişliğindeki hariminin üzeri, eşit büyüklükte 9 m çapında altı adet kubbe ile örtülmüştür. Tavanı yapısını ortaya çıkaran kubbe ve tonoz örtü tuğladandır. Pandantiflerle desteklenen kubbelerin ağırlığı iki granit sütuna ve payelere bindirilmiştir. Caminin üç sıra halinde tasarlanmış pencere açıklıkların, yapının aydınlık görüntüsüne büyük etkisi vardır. Caminin bitkisel motifli İznik çinileriyle kaplı mihrabı ve kubbeyi taşıyan kemer çerçevenin üzerindeki çini ayet kuşağı, caminin mimari estetiğine renk katmıştır. Bu ayet kuşağının yazıları Çerkez Hasan Çelebi’nin eseridir. Mihrabın süslemelerine karşın mermer minber ise son derece yalındır. Caminin kesme küfeki taşından inşa edilmiş tek şerefeli minaresi; alışıla gelmişin dışında mihrap ekseninde yükselmektedir.

Külliyenin banisi Piyale Paşa’nın da medfun olduğu sekizgen plan üzerine inşa edilmiş külliyenin sade türbesinde; üç sanduka ve on mermer lahit olmak üzere, on üç kişinin mezarı bulunur.

Caminin Banisi:

Piyale Paşa, 1515 tarihinde doğmuştur. Sultan I. Süleyman döneminde 14 yıl kaptan-ı derya görevinde bulunmuştur. Aslen Hırvat'tı. Babası sonradan müslüman olarak Abdurrahman ismini almıştır. Mohaç Muharebesi'ndan sonra Macaristan'dan devşirilen bir çocuk olarak küçük yaşlarda Enderun'a getirilip burada eğitim görmüştür. 1547'de Kapıcıbaşı olarak saraydan çıkmıştır. Sonra Gelibolu sancak beyi olmuştur. 1553'te aldığı beylerbeylik ile kaptan-ı derya unvanı verilmiş ve kaptan-ı derya unvanını 1567 yılına kadar korumuştur. 1555 ilkbaharında emrinde olan 60 parça gemiden oluşan bir filo ile ve Turgut Reis'le birlikte Fransa'ya yardımla görevlendirildi. 1556 ilkbaharında Oran'a hücum etti ama şehrin İspanyol valisi Kont Alcaudete, Fas Sultanı Mohammed es-Şeyh ile ittifak yaptı ve Piyale Paşa kaleyi ele geçiremedi. 1557'de yine Turgut Reis'le birlikte Tunus'ta Bizerte'ye bir akın tertip etti ve bu şehir Osmanlılar eline geçti. 1558'de Majorca'ya bir akın düzenledi ve bu Balearık adasını eline geçirdi. Bu başarılarından dolayı Cezayir Beylerbeyi payesi verildi. Sakız ve Cerbe Adası'nı almış, Cezayir'in ele geçirilmesini tamamlamıştır. İspanya, İtalya ve Fransa sahillerinde 67 kadar küçük adayı ele geçirmiştir. İspanya Kralı II. Felipe'nin donanmalarını zayıflatmış ve ünlü kumandanlarını esir almıştır.

Osmanlı donanmasının bu başarılarına karşı olarak İspanya, Papalık Devleti, Malta, Napoli Krallığı, Cenova Cumhuriyeti ve Floransa Cumhuriyeti büyük bir ittifak kurarak Cerbe adasına hücum ettiler ve bu adayı ellerine geçirdiler. Piyale Paşa ve Turgut Reis bu müteffikler donanması ile 9-14 Mayıs 1560 tarihinde Tunus'un Cerbe sdası açıklarında Cerbe Deniz Muharebesi'ne giriştiler. Piyale Paşa kumandasındaki Osmanlı Donanması, İspanyol kuvvetlerinin başını çektiği bir Haçlı Donanmasını yenilgiye uğrattı. Osmanlıların önemli bir zafer kazandığı bu muharebede Hristiyanlar ittifakı 60 parça gemi kaybettiler ve 18.000 denizci zayiat verdiler. Bu zayiata giden İspanyol denizcilerinin 600'nun "oficiales" adı verilen gayet iyi eğitim ve tecrübeli gedikli denizci ve 2.400 tüfekçi olması bu galibiyetin önemini daha da açığa çıkartmaktadır. Cerbe adası da tekrar Osmanlılar eline geri geçti. Sultan II. Selim'in kızı Gevher Sultan'la evlendi. 1564'de İspanya'a ait olan "Peron de Velz" adasını ele geçirdi. 1565'de Malta'nın Kuşatması'nda Turgut Reis ile birlikte görev yaptı. Fakat Turgut Reis'in çatışmalarda vurulması üzerine geri dönmek zorunda kaldı. 1566'da Sakız adasını aldı. 1568'de kaptan-i deryalık görevi yanında üçüncü vezir oldu. Sonra Lala Mustafa Paşa serdarlığı altında Kıbrıs'ı almak üzere gönderildi. Buradaki başarısından dolayı ikinci vezir payesi verildi. Bu görevde iken 1578 yılında vefat eden Piyale Paşa Kasımpaşa'da kendi yaptırdığı Piyale Paşa Camii'nin yanındaki türbesine gömüldü

Mimari Yapı:

Caminin mimarı planı, 55 m x 45 m bir alana inşa edilmiştir. Caminin duvarlarının bir kısmı kesme küfeki taşıyla, bir kısmı da moloz taşla örülmüştür. Caminin 30.50 x19.70 m genişliğindeki hariminin üzeri, eşit büyüklükte 9 m çapında altı adet kubbe ile örtülmüştür. Tavanı yapısını ortaya çıkaran kubbe ve tonoz örtü tuğladandır. Pandantiflerle desteklenen kubbelerin ağırlığı iki granit sütuna ve payelere bindirilmiştir. Caminin üç sıra halinde tasarlanmış pencere açıklıkların, yapının aydınlık görüntüsüne büyük etkisi vardır. Caminin bitkisel motifli İznik çinileriyle kaplı mihrabı ve kubbeyi taşıyan kemer çerçevenin üzerindeki çini ayet kuşağı, caminin mimari estetiğine renk katmıştır. Bu ayet kuşağının yazıları Çerkez Hasan Çelebi’nin eseridir. Mihrabın süslemelerine karşın mermer minber ise son derece yalındır. Caminin kesme küfeki taşından inşa edilmiş tek şerefeli minaresi; alışıla gelmişin dışında mihrap ekseninde yükselmektedir. Külliyenin banisi Piyale Paşa’nın da medfun olduğu sekizgen plan üzerine inşa edilmiş külliyenin sade türbesinde; üç sanduka ve on mermer lahit olmak üzere, on üç kişinin mezarı bulunur.

ARAP CAMİİ

Galata’da, Tersane Caddesi, Galata Mahkemesi Sokağı’nda bulunan, Haliç’in Galata yakasındaki bu en büyük camisinin ne zaman ve kimler tarafından yapıldığı hakkında kesin bir bilgi yoktur. Bazı söylencelerde caminin İstanbul’u kuşatan Araplar tarafından yapıldığı söylenmekte olsa da Bizans zamanında burada Mesa Domeniko adlı bir kilisenin bulunduğu ve bu kilisenin İstanbul’un fethinden sonra camiye çevrildiği tezi daha güçlüdür. Kilise, camiye çevrildikten sonra Galata Camii olarak adlandırılmış ve 1492 yılında İspanya’dan göç ettirilen Endülüs Araplarının bu caminin çevresinde ikame edilmeleriyle birlikte; cami, Arap Camii olarak anılmaya başlanmıştır. III. Mehmed zamanında ve 1731 yılındaki Galata yangını sonrası I. Mahmud’un annesi Saliha Sultan tarafından da cami onartılmıştır. 1807 yılındaki yangın sonrasında ise, yapı tekrar elden geçirilmiş ve Divan-ı Hümayun kâtibi Hacı Emin Efendi tarafından binanın tarihçesi bir taşa işlenmiş ve bu taş mihrabın sağındaki duvara yerleştirilmiştir. Cami bu onarımlardan sonra, 1868 ve 1913 yıllarında geniş çaplı iki tamirden daha geçmiş; günümüze ulaşan şadırvanı ise, 1868 yılındaki çalışmalar sonrası yapıya eklenmiştir.

Tarihi Cami; dikdörtgen plan üzerine, gotik üslupta inşa edilmiştir. Caminin sıra dışı çizgilere sahip minaresiyse, eski kilisenin çan kulesinin yerinde yükselmektedir.

Kilise Dönemi:

Daha sonra 4.Haçlı Seferi ile İstanbul’da yaşanan Latin işgali ortaya çıkmıştır. 1204 yılında İstanbul’a gelen Latinler İstanbul’da ibadet edecekleri yer bulamadıkları için Galata’da bu kiliseyi inşa ettirmişlerdir. O tarihlerde harap olan eski caminin arazisine inşa edilmiştir. Bu kilise Hıristiyanlarca kutsal kabul edilen Pavlus’a adanmıştır. Bir de Dominiken mezhebi için bir de manastır inşa edilmiştir. 1232 tarihinde Dominiken papazları tarafından sivri külahlı minare olarak görülen çan kulesi yapılmıştır. Bu isme daha sonra Dominiken mezhebinin kurucusu San Domeniko’nun ismi eklenmiştir. Bu durumda bu kilisenin adı San Paolo ve San Domeniko olmuştur. İstanbul’un fethinden sonra, 1475 yılında kilise camiye dönüştürülmüştür. Fatih sultan Mehmet ise Latinlere Galata’da başka bir yer vermiştir. Bu kilise yeni verilen alana inşa edilmiştir. Bu kilise günümüzde faaliyettedir. Kilise şu anda Galata Eski Banker Sokağı’ndadır. Arap Camii yapısı çok defa yenilenmiştir. Bu eserde günümüze dek birçok onarmalar ve eklemeler görmüştür.

Mimari Yapı:

Caminin mimari planı dikdörtgendir. İslami yapılarda dörtgen planlar genelde enine olur. Hıristiyan ibadethanelerinde ise bazilika etkisi dolayısı ile yapılan boyunadır. Bu yapıda Hıristiyan yapısı olması sebebiyle boyuna bir dikdörtgendir. Caminin duvarları kagirdir. Caminin çatısı ahşaptır ve kiremit kaplıdır. Mihrap ve minber mermerdendir. 1807 de bir yangın geçirmiştir. Yapı hemen aslına uygun tamir edilmiştir.1868 tarihinde Sultan II. Mahmut’un kızı Adile Sultan, kocası Mehmet Ali Paşa ile birlikte avlunun altında bir sarnıçla bu gün mevcut olan sütunlu kubbeli şadırvanı, hünkar kasrını, sebil ve çeşme yaptırmıştır. Mihrap bu yapılan onarımlar sırasında barok bir şekle girmiştir.

1913-1919 yıllarında Giritli hasan bey idaresinde girişilen tamiratta taş kaldırım, avlu tarafındaki duvar yıkılıp ileriye alınmış, yeni bir son cemaat yeri yapılmış, ilerideki mahfeleri ahşap direk üzerine yeniden inşa ettirmiştir Kilise döneminden birçok Latin Mezar taşı bulunarak daha sonra bu taşlar müzeye taşınmıştır. Caminin İstanbul’da benzeri bulunmayan minaresi,714 yılında Şam’da yapılmış olan Emevi Camii minaresine çok benzemektedir. Arap Camii isminin buradan geldiğinden dolayı verildiği belirtilmektedir. Minarenin alt kısmındaki duvarda da kiliseden kalma fresko resimlere rastlanmaktır. Caminin vakit namazlarında 500-600, Cuma namazlarında ise 3000-4000 cemaati bulunmaktadır.

HAMİD-İ EVVEL (BEYLERBEYİ) CAMİİ

Beylerbeyi Camii; Boğaziçi’nin Anadolu yakası Beylerbeyi semtinde, I. Abdülhamid tarafından, annesi Rabia Sultan anısına, 1778 yılında Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Daha önceleri burada yükselen İstavroz Sarayı’nın 18 yy.ın ortalarında yıkılmasından sonra cami, I Ahmed’in İstavroz Sarayı’na taşıdığı Hırka-ı Şerif dairesinin bulunduğu yere inşa edilmiştir.

II. Mahmud zamanında Beylerbeyi Camisi’nin son cemaat yeri değiştirilmiş ve cami minaresi yıktırılıp, yerine iki yeni minare yapıya eklenmiştir. Ayrıca, II. Mahmud muvakkithaneyi ve kıyı tarafındaki çeşmeyi de komplekse dâhil etmiştir. Caminin 14.60x14.60m boyutlarına sahip ana mekânın tavan örtüsü bir tam ve beş yarım kubbe ile örtülü olup; kubbeli tavan örtüsü sıra dışı bir şekilde iki kasnağa oturtulmuş, üsteki kasnağın çevresini dolanan yirmi pencere ile kubbe aydınlığı sağlanmıştır. Sivri, yuvarlak, “S” ve “C” kıvrımlı dört farklı kemer örneğinin kullanıldığı cami; 1969 yılında ve 13 Mart 1983 yılında vuku bulan yangınlardan sonra iki kez kapsamlı bir şekilde restore edilmiştir.

Caminin Banisi:

Sultan I. Abdülhamit, 1725 yılında doğmuştur. 27. Osmanlı padişahı ve 106. İslam halifesidir. Sultan III. Ahmet'in oğlu ve Sultan III. Mustafa'nın kardeşidir. Sultan I. Abdülhamit, siyasi ve askeri ıslahatlara girişti. Bugün İstanbul Teknik Üniversitesi olarak bilinen okulu, Yeniçeri ocağına ve donanmaya yeni bir çehre kazandırmaya çalıştı. Yeniçerilerin sayımını yaptırdı ve gereksiz yere fazla para alanları tespit ettirdi. Bu faaliyetleri yürüten Sadrazam Halil Hamit Paşa, menfaati bozulanlar tarafından padişaha şikayet edildi. Sultan Abdülhamit'i devirerek onun yerine Selim'i tahta çıkarmak istediği suçlamasıyla, yaptığı tüm olumlu çalışmalara rağmen Halil Hamit Paşa, Sultan I. Abdülhamit'in emriyle idam edildi. Sultan I. Abdülhamit, bütün başarısızlıklara rağmen Osmanlı padişahları arasında iyi niyeti ve gayreti ile anıldı. Merhametli, nazik ve şevkatli kişiliğiyle takdir topladı. 1782 yılı yazında İstanbul'da çıkan yangında itfaiye işlerini bizzat kendisi yürütmesi sonucu halkın sevgisini de kazanmıştı. Padişah olduktan sonra, 49 yıllık saray hayatının ardından İstanbul'da sık sık dolaşmış, değişik semtleri ziyaret etmiş, farklı kıyafetlerle tebdil çıkarmıştır. Bunun yanında esnaf ve halkın derdini de dinlerdi. İstihkam okulu açılmıştır. Yeniçeri sayımı yapılmış ve ulufe alım-satımı yasaklanmıştır. Sürat topçuları ocağı genişletilmiş, lağımcı ve humbaracı ocakları ıslah edilmiştir.

Mimari Yapı:

Cami Barok üslupta olup taşıyıcı duvarları kesme taştan inşa edilmiştir. Merkezi tek kubbeli mihrap üstü yarım bir kubbe ile vurgulanmış sekizgen tabana oturan bir yapıdır. 55 pencereli ve iç mekanda kalem işleriyle süslü duvarlarda hem Osmanlı hem de Avrupa çinileri göze çarpar. Caminin 14.60x14.60m boyutlarına sahip ana mekanın tavan örtüsü bir tam ve beş yarım kubbe ile örtülü olup; kubbeli tavan örtüsü sıra dışı bir şekilde iki kasnağa oturtulmuş, üsteki kasnağın çevresini dolanan yirmi pencere ile kubbe aydınlığı sağlanmıştır. Sivri, yuvarlak, “S” ve “C” kıvrımlı dört farklı kemer örneğinin kullanılmıştır.

Yapı 1810 - 1811 de bir değişikliğe uğramış Sultan II.Mahmut'un buyruğuyla son cemaat yeri değiştirilerek yeniden yapılmıştır. Bu arada minaresi yıkılarak iki yeni minare inşa edilmiştir. Sultan II.Mahmut ayrıca bir muvakkithane ile deniz kıyısından dört cepheli çeşme yaptırmış. Caminin önündeki rıhtımı genişleterek duvarla çevreletmiştir. Beylerbeyi Camii 1969 esaslı bir onarım görmüştür. 13 Mart 1983 gecesi bitişiğindeki İsmail paşa yalısından çıkan yangın Beylerbeyi Camii ahşap kubbesini yanarak çökmesine neden olmuş ve Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından hızlı bir şekilde restore edilerek 29 Mayıs 1983 tarihinde tekrar ibadete açılmıştır.

MOLLA ÇELEBİ CAMİİ

İstanbul kadılarından Mehmed Vusuli Efendi tarafından Mimar Sinan’a yaptırılan Molla Çelebi Camii; Beyoğlu İlçesi’nde, Fındıklı’da, Meclisi Mebusan Caddesi üzerinde inşa edilmiştir. Caminin ne zaman inşa edildiği tam olarak bilinmese de 1561–1562 yıllarında bina edildiği söylenmektedir. Günümüze ulaşmayan Sıbyan mektebi ve hamamla birlikte düşünüldüğü zaman küçük bir külliye olarak tasarlandığı görülen Molla Çelebi Camii; Mimar Sinan’ın altıgen şemalı camilerindendir.

Molla Çelebi Camisi’nin ibadet yeri; 18.90x16.40 m orta mekân ve 8.80x4.60 m ölçülerindeki mihrap çıkıntısından meydana gelir. Bu mekân, altı kemer üzerine oturtulmuş 11.80 m çaplı kubbe ile örtülmüş ve bu kubbenin ağırlığı altı paye üzerine bindirilmiştir. Ayrıca; kubbe eteğine yerleştirilen on pencere ve kesme küfeki taşından inşa edilen duvarlara iki sıra halinde yerleştirilmiş pencere açıklıkları, caminin iç aydınlığını sağlamıştır. Kalem işleriyle bezenmiş minber ve mukarnaslı mihrap yapıda devam eden klasik mimari gelenekle aynı çizgidedir. Caminin Tek şerefeli ince minaresi ise; caddeye bakan, dört adet kubbeyle örtülmüş revaklı girişin sağ köşesinde yükselir.

Caminin Banisi:

Molla Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman döneminde Bursa ve İstanbul kadılığı yapmıştır. Anadolu Kazaskerliği’ne kadar yükselmiş olup, aynı zamanda şairdir. Ünlü Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi’nin oğludur. “Molla Çelebi” lakabıyla anılan Mehmed Vusuli Efendi’nin Sultan III. Murat’ın Harem-i Hümayun’daki kadın müsahiplerinden Ayşe Hubbi Hatun ile evlendiği için “Hubbi Mollası” olarak da şöhret bulmuştur. Hubbi Hatun türbesi Eyüp’tedir. Molla çelebi mezarı da Eyüp’te Debbağhaneler Mevkii’nde yaptırdığı tekkenin haziresindeki yanlışlıkla şair Fitnat Hanım’a ait zannedilen türbede gömülü olduğu anlaşılmıştır.

Mimari Yapı:

Caminin mimari planı bir dikdörtgendir. Cami kesme taştan kaliteli bir şekilde inşa edilmiştir. 2500 metrekare toplam arsa üzerine inşa olunan cami kagirdir. Cami merkezi kubbelidir. Kubbesi kurşun kaplamalıdır. Kubbe sekizgen bir kasnağa oturmaktadır. Caminin iç harim alanı 440 metrekaredir. Kubbe kasnağı üzerinde sekiz pencere bulunur. Pencerelerin üstü yuvarlak kemerlidir. Merkezi kubbe dört sütunla taşınmakta olup, beş yarım kubbe ile çevrilmiştir. Mihrap üstünde bir yarım kubbe ile dışarıya taşkındır. Mihrap mermerdir. Vaaz kürsüsü ahşaptır. Minber beyazdır. Kubbe içleri kemerlerde çok grift süslemeler bulunur. Son cemaat yeri 1958 yılında yeniden yapılmıştır. Son cemaat yeri mevcut olarak altı sütun tarafından taşınmaktadır. Son cemaat yeri cami eninden daha geniştir. İki yandan dışarı taşmıştır. Sütunlar arasında beş adet sivri kemer bulunur. Son cemaat yeri beş kubbelidir. Mihrap aksındaki orta kubbe diğerlerine göre biraz daha yüksektir. Tek şerefeli caminin batısında bir minaresi olan camii, 2001 yılında kubbenin kurşunları ve minaresi yenilenmiştir. Minare de cami gibi kesme taştan inşa edilmiştir.

Cami hamam ve sıbyan mektebinde oluşan bir külliye içinde idi. Sıbyan mektebi yıktırılarak yeşil saha olmuştur. Kitabesine göre hamamın yapım tarihi 1561’dir. 1787 tarihinde Koca Yusuf Paşa tarafından yaptırılan iki yandaki sebiller ve çeşme, barok tarzında yarım daire, güzel bir cephe meydana getiriyor.

FETHİYE CAMİİ

Fethiye Camii; 13 yy.ın sonlarına doğru, Bizanslı Mihail Glabas Tarkaniotes tarafından Fatih İlçesi Çarşamba semtinde, Haliç’e bakan bir yamaçta kilise olarak inşa ettirilmiştir. İstanbul’un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmed’in fermanıyla, Ortodoks Patrikhanesi 1455 yılında bu kiliseye taşınmış ve kilise, 1595 yılında Gürcistan ve Azerbaycan’ın fethi anısına camiye dönüştürülerek; bu camiye Fethiye Camii adı verilmiştir. Yapı camiye çevrildikten sonra kilisenin apsis kısmı yıkılarak; yapıya içinde mihrabın da bulunduğu kubbeli bir iç mekân, minare ve avlu çerçevesini üç yönde saran bir medrese ilave edilmiştir.

Fethiye Camii 1845 yılında tamir görmüş ve 20 yy. başlarında medresesinin yerine bir ilkokul inşa edilmiş ve yapının dış avlu duvarları kaldırılarak külliye bütünlüğü yok edilmiştir. Ayrıca cami, 1936–1938 yılları arasında Vakıflar Müdürlüğü tarafından restore edilmiş ve müzeye dönüştürülerek Müzeler Müdürlüğü’nün idaresine verilmiştir. Bu dönem çok bakımsız kaldığı söylenen Fethiye Camii, 1960’lı yıllarda yeniden camiye dönüştürülmüş ve yapının yanındaki ek mezar şapeli Bizans Enstitüsü tarafından restore edilmiştir. Bu restorasyon esnasında ek mezar şapelin içindeki mozaik ve freskolar açığa çıkarılmıştır

DOLMABAHÇE CAMİİ (Bezm-i Alem Valide Sultan Camii)

Abdülmecid’in annesi Bezmialem Valide Sultan tarafından yapımına başlanmış, Bezmialem Valide’nin bitirmeye ömrü vefa etmeyince oğlu tarafından bitirilen Dolmabahçe Camii; Dolmabahçe Sarayı’nın güney cephesinde, sahil şeridindedir. 23 Mart 1855 tarihinde ibadete açılan caminin mimarı, ünlü mimar ailesi Balyanlardan Garabet Balyan’dır.

Dolmabahçe Camii, dönemin mimari üslubuna yansıyan barok ve ampir tarzın çeşitli öğeleri ile bezenmiştir. Camide öne çıkan mimari yenilik ise, dairesel pencere dizisidir. Bu dairesel pencere dizisi, dönemin cami ve sivil mimarisinde görülmemiş bir biçemdir. Cami; korentiyen kolon başlığı şeklinde tek şerefesi olan, yivli iki minareye sahiptir ve bu minareler hünkâr kasrının kuzey cephesinin iki ucuna yerleştirilmiştir. Ayrıca, Dolmabahçe Camisi’nin selâtin camilerinde de görülen dış avlusu; yol çalışmalarında yıkılmış ve sebil de bu yıkımdan nasibi almıştır. Muvakkithane ise denize bakan cepheye taşınmıştır.

Dolmabahçe Camii; yapıldığı dönemin mimari estetiğini yansıtmakla kalmayan, aynı zamanda cami mimarisinde o güne değin denenmemiş dairesel pencere düzeniyle, kendine has bir mimari lezzeti de yakalamıştır.

Caminin Banisi:

Bezm-i-Alem Valide Sultan, 1807 yılında doğmuştur. Osmanlı Padişahı II. Mahmut'un 2. eşi ve padişah Abdülmecit'in annesidir. Bezm-i-Alem "Dünya meclisi" anlamına gelir. Osmanlı tarihinin en tanınmış valide sultanlarından biridir. Hayırseverlik için yaptığı çalışmalardan dolayı sevilen ve saygı duyulan bir Valide sultan olarak tarihe geçmiştir. Küçük yaşta esirciler tarafından saraya cariye olarak getirilen bir Gürcü kızı olduğu bilinmektedir. Yahudi asıllı olduğuna dair bir iddia da ortaya atılmıştır. Yahudi olduğu düşüncesi ise Gürcü Yahudisi olabileceğinden gelir. Sultan Abdülmecit tahta çıktığında 16 yaşında, kendisi de 32 yaşındaydı. Oğlunun hükümdarlığı döneminde, öldüğü tarihe kadar 14 yıl süreyle (1839-1853) Valide Sultan oldu. Oğluna Tanzimat'ın ilanı konusunda Mustafa Reşit Paşa'ya güvenmesini tavsiye ettiği söylenir. Ayrıca Sultan Abdülmecit'in annesini çok sevdiği, hükümetteki nazırları seçerken annesine danıştığı bilinmektedir. Bezmialem Sultan 2 Mayıs 1853 tarihinde Dolmabahçe Sarayı'nda vefat etti ve Divanyolu'ndaki Sultan II. Mahmut Türbesine gömüldü. Garabet Balyan'ın mimarlığı altında inşaatına başlattırdığı Dolmabahçe Camii henüz bitmemişti. Camiyi oğlu Sultan Abdülmecit annesinin anısına 1855 yılında tamamlattırarak Bezmialem Valide Sultan Camii adı altında hizmete açtı. Cami zamanla Dolmabahçe Sarayına yakınlığı nedeniyle Dolmabahçe Camii olarak anılmağa başladı.

Mimari Yapı:

Caminin mimari planı ana iç mekan olarak net bir kare formdur.Yapının en belirgin biçimsel özelliği net bir kurgu ve geometriye sahip olmasıdır. Camii dışarıdan bakıldığında kubbenin ne şekilde taşındığı ve hangi mimari detayın ne işe yaradığı çok net görülmektedir. 19 yüzyılın ikinci yarınsında ortaya çıkan plan tipolojisine uygun kare planlı, tek merkezi kubbelidir. Bu yeni stilde kubbe taşıma sistemi basit ve saydamdır. Bundan evvelki yüzyılların tersine hiç yarım kubbe veya çeyrek kubbeler kullanılmamıştır. Ana kubbeyi çok güçlü ve dört ağırlık kulesi ile güçlendirilmiş dört kemerden oluşan bir kurguya sahiptir. Ana kemerler ana taşıyıcı olduğundan yan duvarlarda ışınsal pencereler kullanılmıştır. Buda cami iç mekanını çok aydınlık hale getirmektedir. Cami ve hünkar bölümleri, işlevlerine de bağlı olarak ayrı ayrı tasarlanmış ve sonra birleştirilmiş gibidir. Cami, kare planlı alt yapı üzerine kubbeli ve yüksek bir kitledir. Hünkar bölümü ise, dikdörtgen planlı prizmatik ve daha alçak bir kitledir. Bu iki kitle, caminin kuzey cephesi yönünde bitiştirilirler. Bu yapıdaki geometri egemen tasarım, ampir üslubunun veya yeni klasikçiliğin 19. yüzyılın ortasındaki son fakat en bütüncül örneklerindendir.

1948 gününden itibaren Deniz Müzesi olarak hizmet veren ibadethane, 27 Mayıs Darbesi sonrasında askerî yönetim tarafından Yassıada İrtibat Kurulu'na verilmiş, kurul da müzenin camiyi derhal boşaltmasını istemiştir. Bu yıllarda Caminin ek binalarında Beyoğlu ilçesi Müftülüğü hizmet vermektedir.

KÜÇÜK AYASOFYA CAMİİ (SS. Sergius ve Bacchus Kilisesi)

Küçük Ayasofya Camii; Eminönü İlçesi’nde Cankurtaran ve Kadırga semtleri arasında Bizans İmparatoru İustinianos tarafından kilise olarak inşa edilmiştir. 530’lu yıllarda inşa edilen Sergios ve Bakhos adlı bu kilise, İstanbul’un fethinden sonra II. Bayezid döneminde Darüssaade Ağası Hüseyin Ağa tarafından camiye dönüştürülmüş, camiye dönüştürülmesinden sonra avlunun etrafına zaviye hücreleri ve Hüseyin Ağa’nın türbesi inşa edilmiştir.

Duvar örgüsü taş ve tuğladan olan, kare plan üzerine kubbeli olarak bina edilen cami; 1648 ve 1763 yıllarındaki depremlerde zarar görmüş ve 1831 yılında elden geçirilmiştir. 1860 yılında yapının yakınından geçen demir yolu hattı da yapıya büyük ölçüde hasar vermiştir. Ayrıca; caminin barok üslupta inşa edilmiş eski minaresinin 18 yy.ın ikinci yarısından sonra inşa edildiği düşünülmektedir. Bu minare 1936 yılında bilinmeyen bir nedenle yıktırılmış ve uzun süre bu şekilde kaldıktan sonra 1955 yılında caminin bugünkü minaresi, camiye ilave edilmiştir. Avludaki sekizgen havuzlu tarihi mermer şadırvan da 1938 yılında yıkılmıştır.

DİVANYOLU MAHMUT PAŞA KÜLLİYESİ

Fatih dönemi vezirlerinden olan Mahmud Paşa tarafından Mimar Atik Sinan’a bina ettirilen Mahmud Paşa Külliyesi; Eminönü İlçesi’nde, kendi adını verdiği semtte, fetihten sonra inşa edilmiş ilk vezir külliyelerindendir. Yapımı 1463 yılından 1474 yılına kadar süren külliye; cami, hamam, medrese, imaret, sıbyan mektebi, han ve türbeden meydana gelmektedir. Külliye; 1753 yılında gerçekleşen çarşı yangını sonrası büyük hasar görmüş ve bu yangında medresenin büyük bir bölümü, sıbyan mektebi ve imaret yok olmuştur. Külliyeden günümüze; cami, hamam, türbe ve 15 yy.ın tek han örneği olan Kürkçüler Hanı kalabilmiştir.

Külliyenin ana yapısı olan cami, Osmanlı’nın ilk dönem mimari çizgisine büyük ölçüde bağlı kalınarak inşa edilmiştir. Caminin 10.45 ve 11 m çapında iki kubbeyle örtülmüş ana mekânı, yaklaşık olarak 26x12 m bir alana yayılır. Ana mekânı örten bu iki kubbe de dâhil olmak üzere camide toplam 18 kubbe vardır. Caminin iç bezemelerinin çoğu 18 yy sonrasına, hünkâr mahfili de 1828 yılında aittir. Caminin kıble kapısının üstündeki kitabede caminin inşa tarihinin yazılı olduğu bir kitabe bulunur.

Caminin iki kubbeyle örtülü hariminin sağ ve sol tarafında, üçer kubbeyle örtülmüş mekânın “Tabhane” olarak tasarlandığı düşünülmektedir. Giriş kapısının mukarnaslı mermer nişleri, İstanbul’daki ilk örneklerindendir. Cami minaresi, restorasyon çalışmaları esnasında klasik mimari tarzda yenilenmiş ve özgün çizgilerini yitirmiştir.

Külliyenin küfeki taşından sekizgen plan üzerine inşa edilen kubbeli türbesinde, türbenin banisi Mahmud Paşa medfundur. Ayrıca, külliyenin 1466 yılına ait İstanbul’un en eski hamamlarından biri olan bir hamamı, Darüssaade Ağası Mustafa Ağa tarafından yapılan avludaki çeşme ve sebili günümüze ulaşan diğer yapılardır. Külliye medresesinden de günümüze yalnızca bir dershanesi kalmıştır.

Külliyenin Banisi:

Veli Mahmut Paşa 1420 tarihinde doğmuştur. Fatih Sultan Mehmet saltanatında 1455-1466 ve 1472-1474 yılları arasında sadrazamlık yapmış Osmanlı devlet adamıdır. Osmanlı tarihinde sadrazamlığa getirilmiş ilk Yeniçeri yetiştirmesidir. Aslının ne olduğu hakkında tarihçiler arasında büyük tartışmalar ortaya çıkmıştır. Zamanında hazırlanmış olan Ecthesis Chronica ve Historia Patriarchia adlı kroniklere göre Sırp asılıdır. 1420'de Balkanlar’ın orta kesiminde, bugün Kosova’nın batısında yer alan Nobırda adlı bir kasabada doğmuştur. 1427'de Osmanlıların Sırbistan Despotluğu'nu ellerine geçirdikleri yılda genç olarak Osmanlılara esir düşmüş ve devşirme yazılarak Edirne'ye gönderilmiştir. Devşirme olarak Edirne'deki saray enderun okulunda eğitim görmüştür. Çıkma yaptıktan sonra yeniçeri subayı olarak askerlikle uğraşmıştır. 1453 İstanbul'un fethi sırasında yeniçeri ağası olarak askeri başarılar göstermiştir. 1454'de Rumeli Beylerbeyi olmuştur. Veli Mahmut Paşa bu görevi birinci sadrazam olduktan sonra da ifa etmeye devam etmiştir. Birinci defa sadrazamlıktan ayrılıncaya kadar sadrazamlık ile Rumeli Beylerbeyi görevlerini birlikte üzerine almıştır.

1453'de Çandarlı Halil Paşa'nın idamından sonra Zağanos Paşa'nın sadrazamlığa getirildiğini ve ancak onun 1456 yılında Belgrat muharebesindeki başarısızlığı dolayısıyla görevden azledilmesi ile 1456'da ikinci vezir olan Veli Mahmut Paşa'nın sadrazam olduğunu bildirirler. Sonra Anadolu'da bulunan eski Bizans ve İtalyan Ceneviz deniz koloni kalıntılarına karşı seferlere başladı. Mahmut Paşa Fatih ile birlikte yaptığı seferlerde Amasra 1459'da, Sinop ve Trabzon 1461'de Osmanlı Devleti eline geçirilmesini sağladı. Böylece 1204'den itibaren hükümet süren Trabzon Rum Devleti'de ortadan kaldırıldı.

Ancak II. Sadrazamlığında halkça sevilmesine karşın Sultan II.Mehmet'le ilişkileri ilk sadrazamlığı gibi iyi olmamıştır. Bunun nedeni Şehzade Mustafa ve saraydaki çeşitli devlet adamları ile içine düştüğü çekişmelerdir. Bunun neticesi 1474'de II. Mehmet tarafından idam ettirilmiştir. İdam nedeni ise tam bilinmemektedir. Gelibolulu Mustafa Ali "Künhur Ahbar" adlı eserinde onun 1473 yılında Uzun Hasan'a karşı Sultan II.Mehmet'le sefere çıkan sadrazamın birkaç günlük yokluğunda sadrazamın eşlerinden birinin, II.Mehmet sonrası tahtın en güçlü adayı olarak bilinen, iyi bir asker ve halk tarafından sevilen bir kişi olan Şehzade Mustafa ile bir gece evinde birlikte olduğunu; bunu duyan sadrazamın derhal eşinden boşanıp Mustafa'yı ise zehirleterek öldürdüğü; II.Mehmet'in ise oğlunu öldüren sadrazamını idam ettirdiğinden bahseder. 1459'da Sultan II.Mehmet İstanbul'u imar için bir girişime başladı. Devlet ricalini toplayarak onlardan vakıf yerleri yapmalarını, imaretler ve imar yerleri yapmalarını istedi. Padişahın bu direktiflerine uyan veziriazam Veli Mahmut Paşa şehrin en güzide alışveriş merkezi olarak, günümüzde de bu durumunu koruyan, "Mahmut Paşa Külliyesi’ni inşa ettirir.

Külliyenin Camisi:

Külliyenin ana yapısı olan cami, Osmanlı’nın ilk dönem mimari çizgisine büyük ölçüde bağlı kalınarak inşa edilmiştir. Caminin 10.45 ve 11 m çapında iki kubbeyle örtülmüş ana mekanı, yaklaşık olarak 26x12 m bir alana yayılır. Ana mekanı örten bu iki kubbe de dâhil olmak üzere camide toplam 18 kubbe vardır. Caminin iç bezemelerinin çoğu 18 yy sonrasına, hünkâr mahfili de 1828 yılında aittir. Caminin kıble kapısının üstündeki kitabede caminin inşa tarihinin yazılı olduğu bir kitabe bulunur.

Caminin iki kubbeyle örtülü hariminin sağ ve sol tarafında, üçer kubbeyle örtülmüş mekanın “Tabhane” olarak tasarlandığı düşünülmektedir. Giriş kapısının mukarnaslı mermer nişleri, İstanbul’daki ilk örneklerindendir. Cami minaresi, restorasyon çalışmaları esnasında klasik mimari tarzda yenilenmiş ve özgün çizgilerini yitirmiştir.

Külliyenin Türbesi:

Külliyenin küfeki taşından sekizgen plan üzerine inşa edilen kubbeli türbesinde, türbenin banisi Mahmut Paşa medfundur. Mihrabın önünde yer alan türbe 1473 tarihinde inşa edilmiştir. Gösterişsiz ve sade giriş kapısı olan yapının kapısında yer alan kitabede 1730 tarihinde tamir edildiği okunmaktadır. Sekizgen planlı türbe kasnaksız bir kubbe ile örtülmüştür. Sekizgen yapının her cephesinin kenarları ve saçak kenarı bir silme ile sınırlanmıştır. Cepheler içinde dikdörtgen silmeler bulunmaktadır. Türbelenin her cephesinde iki sıra pencere bulunmaktadır. Üst pencereler sivri kemerlidir. Selçuklu mimarisinin devamı olan çini süslemeler çok sadedir. Türbe içinde ahşap döşemelerin altında bir de tuğla döşeme bulunmaktadır. İçinde bir mermer baza üzerinde Mahmut Paşa’nın sandukası bulunmaktadır.

Külliyenin Hamamı:

Caminin batısında bulunan ve kapısındaki kitabede 1466 tarihini gösteren Mahmut Paşa Hamamı, Edirne Tahtakale Hamamı ile başlayan büyük ebatlı hamam yapılarının devamıdır. Bu büyük ebatlı hamam mimarisinin önemli bir örneğidir. İstanbul’un en eski hamamlarından biri olup çifte hamam olarak inşa edilmiştir. 1755’teki bir yangında harap olan kadınlar kısmının yerine Abut Efendi Hanı inşa edilmiştir. Bugün mevcut olan erkekler kısmının soğukluğu mukarnaslı kapı nişi ve cephesiyle abidevi görünüştedir. 27 metre yüksekliğinde ve 17 m. çapındaki kubbesi aydınlık feneri olup mukarnaslı tromplarla duvarlara oturmaktadır. Ilıklık ile soğukluk arasında helalar planlanmıştır. Ilıklık iki hücreli ve iki eyvanlıdır. Bir kubbe ile örtülmüş olan ılıklık bölümünün soğukluk yönündeki kubbe geçişi çok entresan bir çözümdür. Sıcaklık bölümü beş kısımlı olup nişleri olan bir sekizgendir. Buraya açılan iki eyvan ve eyvanların iki yanında yer alan dört halvet hücresi yer almaktadır. Hamam 1964 yılında yenilenmiş ve şu anda çarşı olarak faaliyet göstermektedir.

Külliyenin Medresesi:

Osmanlı klasik döneminin en meşhur devlet adamlarından biri olan Mahmut Paşa-ı Veli diye bilinen Mahmut Paşa medresenin banisidir. 1473 tarihinde tamamlanan medrese, İstanbul’un fethi sonrası yapılmış en eski ve en önemli eserlerden biridir. Medrese 18 hücreli olarak inşa edilmiş olup bugün sadece Dershane binası kalmıştır. Vakfiyesinden anlaşılacağı üzere 15 talebenin medresede öğrenim göreceği öngörülmüştür. 1792 tarihinde 32, 1869 tarihinde 68, 1914 tarihinde 44 talebe olduğu tespit edilmiştir. Medrese 1753 yılındaki yangın sırasında büyük bir kısmı yanmıştır. Daha sonra birçok onarım geçiren yapının büyük bir kısmı Mahmutpaşa İlköğretim Okulunun da kalmıştır. Kare şeklindeki dershane sivri kemerli kesme taştan kubbeli olarak inşa edilmiştir. Külliye medresesinden de günümüze yalnızca bir dershanesi kalmıştır.

Külliyenin Hanı Kürkçü Han:

Mahmut Paşa’nın ilk sadrazamlığı sırasında hamam ile birlikte 1467 yılında inşa edilmiş olan Mahmut Paşa Hanı veya Kürkçü Hanı 15.yüzyıldan kalan tek han mimarisi örneğidir. Ortası avlulu iki katlı ve iki avlulu olarak inşa edilmiştir. Kare han avlusu içinde Hacı Küçük tarafından inşa edilmiş bir mescit vardı. Kuzeydeki avlu daha küçüktür. Uzun yıllar han bakımsız kalmıştır.

ÜSKÜDAR AYAZMA CAMİİ

III. Mustafa’nın 1761 yılında Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirdiği Ayazma Camii, Üsküdar’da Salacak ve Şemsipaşa semtleri arasında yükselir. Ayrıca; III. Mustafa’nın, validesi Mihrişah Emine Sultan ve ağabeyi Şehzade Süleyman adına inşa ettirdiği camide batılı mimari tarz egemen olup; caminin inşa edildiği yerde evvelce Ayazma Sarayının bulunduğu, caminin isminin de buradan geldiği bazı kaynaklardan anlaşılmaktadır.

Ayazma Camii birkaç defa tamir edilmiş, yıkılan minaresinin yerine iki kez yenisi yaptırılmış, caminin muvakkithanesi ve camiye akar olması münasebetiyle inşa edilen hamamı ve birçok dükkânı da günümüze ulaşmamıştır. Geniş bir avlunun ortasına oturan cami, İstanbul manzarasına hâkim bir tepe üzerinde olup; batılı mimari öğelerin yanında kullanılan klasik mimari şekiller yapıya farklı bir hava katmıştır. Dikdörtgen planlı yapının ana mekânı, dört kemere oturtulan bir kubbeyle örtülüdür ve yapının hünkâr köşkü bu ana mekânın sol tarafında, camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Vaaz kürsüsü, mihrap ve minber süslemesinde kullanılan çeşitli renkli taşlar ve hünkâr mahfilinde kullanılan altın yaldızlı bezemeler güçlü bir işçiliği eseridir. Oymalı renkli mermerden olan minber ile kırmızı somaki taşından olan mihrap da güçlü işçiliğin yapıya bir başka yansımasıdır. Cami kapısının üstündeki yazılarsa; Hattat Seyyid Abdullah’a ve bazı alçı pencerelerin üzerindeki yazılar ise Hattat Seyyid Mustafa’ya aittir.

Ayazma Camisi’nin geniş avlu çerçevesini dolanan duvarın bir köşesinde, camiyle aynı yıl inşa edilmiş çeşmesi bulunur. Çeşmenin üzerinde tarihinin kaleme alındığı manzum kitabesi şair Zihni’nin eseridir. Yapının haziresinde ise sarayın bazı ileri gelenlerinin mezarı bulunur.

Caminin Banisi:

Sultan III. Mustafa, 1717 yılında doğmuştur. 26. Osmanlı padişahı ve 105. İslam halifesidir. Babası Sultan III. Ahmet, annesi Emine Mihr-i-Mah Sultan'dır. Babasının 1730'da padişahlıktan çekilmesinden sonra yirmi yedi yıl kafes hayatı yaşamıştır. Amcasının oğlu III. Osman'ın ölümü üzerine 1757'de tahta geçmiştir. Başa geçtikten sonra sadrazam Koca Ragıp Paşa'yı görevde bıraktı. Mali durumu düzeltmek için sarayın giderlerini azalttı ve yolsuzlukların üzerine gitti ancak başarılı olamadı. Orduda topçu sınıfını düzeltmek için Baron de Tott'a "Sürat topçuları" adında askeri bir birlik kurdurdu. Rusların 1770'te Çeşme'de Osmanlı donanmasını yakmaları üzerine yeni bir donanma hazırlanmasına çalıştı. Bu donanmanın subaylarını yetiştirmek üzere okul kurdu. Laleli Camii'ni yaptırdı. Ayrıca depremde yıkılan Fatih Camii'ni yeniden yaptırdı. Saltanatının son dönemine 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı hakim oldu. Sultan III. Mustafa ordusunun zayıflığını bilmekle beraber II. Katerina döneminde Rusya'nın Lehistan'a yaptığı müdahaleler yüzünden Rusya'ya karşı savaş ilan etti. Savaş sırasında Baltık Denizi'nden yola çıkan Rus Donanması Çeşme'de Osmanlı donanmasını yaktı. Sultan III. Mustafa savaşı bitirmek için girişimlerde bulundu ancak başarılı olamadı. Savaş sürerken öldü. Laleli de kendi yaptırdığı Laleli Külliyesi’nin içindeki Sultan III. Mustafa Türbesi'nde yatmaktadır.

Mimarı Yapı:

Caminin mimari planı bir kare formdur. Merkezi kubbe bu dönem camilerinde yapıldığı üzere dört ana kemer tarafından taşınır. Kemerlerin taşıdığı Kubbe kasnağı camii hariminin daha aydınlık olması için pencereli olarak tasarlanmıştır. Camii dışarıdan mimari detayları çok net olarak anlaşılmaktadır. Merkez kubbeyi taşıyan dört kemerin bitim noktalarında küp şeklinde ağırlık kuleleri yapılmıştır. Caminin son cemaat yerine avlu kotundan oniki basamakla çıkılmaktadır. Minaresi tek şerefeli merkezi kubbeli, kubbe de dört taşıyıcı payandaya oturtulmuş ve tabanı mermerlerle döşenmiştir. Güney cephesinde III. Mustafa Türbesi'nde olduğu gibi bir kuş evi dikkat çeker. Minberinde oymalı renkli mermerden, mihrabın içi kırmızı somakidendir. Binanın doğusundaki hünkar mahfilinin duvarlarında İtalyan çinileri yer almıştır. Cami içinde Hattat Seyyit Abdullah ve Hattat Seyyit Mustafa`nın yazıları vardır. Haziresinde birçok mezar bulunmaktadır. Sol köşedeki çeşme Şair Zihni'nin kitabesi ile süslüdür. Karşısında, yine aynı tarihte yaptırılan Şemsipaşa İlköğretim Okulu vardır. Dış avlunun kuzey batı köşesinde çok güzel bir çeşme bulunmaktadır. 2012 yılında İstanbul camilerinin nerdeyse yeniden elden geçmesine rağmen Ayazma Camii eskimiş ve köhne bir görüntü sergilemektedir.

ÜSKÜDAR BÜYÜK SELİMİYE CAMİİ

Büyük Selimiye Camii; İstanbul Boğazı’nın Anadolu yakasında Üsküdar Selimiye Kışlası karşısında 1801 – 1805 tarihlerinde Sultan III. Selim tarafından inşa ettirilmiştir. Üsküdar, Selimiye kışlası yanında bulunan camii Sultan 3.Selim tarafından yaptırılmıştır. Kadıköy-Beşiktaş vapurundan Haydarpaşa Limanı önünden geçerken Selimiye kışlasının yanında muhteşem bir görünüşü vardır. Caminin inşaatına 1801 de başlanarak 1805 de bitirilmiştir. Sultan Selim kısa bir müddet sonra kazan kaldıran yeniçerilerin kurbanı oldu. Cami ana binasına ilave olarak tüm büyük camilerde olduğu üzere ek yapılar bulunur. Bunlar, Mektep, muvakkithane çeşme ve sebilden teşekkül eder. Caminin Deniz tarafında da Selimiye Kışlası yaptırılmıştır. Ayrıca Selimiye adı ile anılan kadife ve kumaş imalathaneleri ile bir hamam da inşa ettirilmiştir. Hatta bu son tesisler için Galatasaray’ın fazla arazisi zirai 50 kuruşa satılarak camiye tahsis edilmiştir.

Caminin Banisi:

Sultan III. Selim 1761 doğumludur.28. Osmanlı padişahı ve 107. İslam halifesidir. Sultan III. Selim, 24 Aralık 1761 tarihinde babası Sultan III. Mustafa'nın saltanatı döneminde dünyaya geldi. Babası 1774 yılında öldüğünde sadece 13 yaşında olduğu için amcası Sultan I. Abdülhamit tahta çıktı. Sultan I. Abdülhamit şehzade Selim'e kendisinden önceki padişahların tersine, oldukça iyi davrandı. Kafes hayatı yaşamasına rağmen Selim'in iyi bir eğitim almasına izin verdi. Şehzade Selim müzik ve edebiyat ilgilendi. Fransa'nın Fransız Devrimi öncesindeki son kralı olan XVI. Louis'le mektuplaştı. Tahta çıkmadan Osmanlı Devleti'nde köklü bir yapısal değişikliğe gerek olduğu inancına vardı. Sultan I. Abdülhamit 7 Nisan 1789 yılında ölünce, Sultan III. Selim Avrupa'yı temelinden sarsacak olan Fransız Devriminin eşiğinde tahta çıktı.

1807 yılında Nizam-ı Cedit ordusunun kaldırılmasını isteyen yeniçeriler Kabakçı Mustafa'nın önderliği altında ayaklandılar. Sultan III. Selim Nizam-ı Cedit ordusunu dağıtmak ve 29 Mayıs 1807 tarihinde de tahttan çekilmek zorunda kaldı. Sultan III. Selim'in yerine geçen amcaoğlu Sultan IV. Mustafa Sultan III. Selim'i tekrar kafese geri gönderdi. 28 Temmuz 1808 tarihinde III. Selim'i tekrar tahta çıkarmak amacıyla Rusçuk ayanı Alemdar Mustafa Paşa saraya yaklaşırken III. Selim padişah IV. Mustafa'nın emriyle boğduruldu. Sultan III. Selim'le onu idam etmeye gelen yeniçeriler arasında büyük bir boğuşma geçtiği bilinmektedir. Sultan III. Selim'in cenazesi Laleli Camii'nin avlusunda babası Sultan III. Mustafa Türbesine defnedildi.

Osmanlıların Fransızlarla Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar uzanan bir dostluk ilişkileri vardı. Fransızlar ilk defa kendilerine tanınan kapitülasyonlardan büyük yarar görmüşler, ilişkiler kesintisiz olarak bir dostluk temelinde süregelmişti. III. Selim daha tahta geçmeden Fransa kralı XVI. Louis'yle mektuplaşmaktaydı ve Ruslarla yapılmakta olan savaşta Fransızlar Osmanlı Devletinin tarafını tutuyorlardı. Ancak Fransa hükümetinin Büyük Britanya'nın Mısır ve Uzakdoğu ticaret yolları üzerindeki etkisini kırma amacını gütmesi nedeniyle bu ilişkilerde ilk olarak bir kırışma meydana geldi.

O yüzden Napolyon Osmanlıların Mısır'ı ele geçirmesine karşı çıkmayacaklarını düşünmüştü. Kahire'nin de 22 Temmuz 1798 tarihinde Napolyon Bonapart'ın eline geçmesi üzerine Osmanlı'lar bu durumu kabul edemeyerek Mısır'ı savunmaya karar verdiler. 2 Eylül 1798 tarihinde Osmanlı Devleti Fransa'ya savaş ilan etti. Osmanlı ve Mısır orduları Fransa karşısında önce bazı yenilgiler aldılar ama Cezzar Ahmet Paşa komutasındaki ordu 18 Mart 1799 tarihinde Akka önlerinde karşılaştığı Fransız ordusunu başarıyla geriye püskürttü. Bonapart komutasındaki Fransız ordusu 1 Ağustos 1799'da Osmanlı kuvvetleri karşısında bir muharebe kazandı, ancak Fransa ordusunun yetersiz olduğu ortaya çıkmaktaydı. Bu durumu göz önünde bulunduran ve Fransa'daki siyasi bunalıma müdahale etmek isteyen Napolyon Bonapart Fransa'ya geri döndü. Mısır'da gücünü pekiştiremeyen Fransa sonunda 27 Haziran 1801 tarihinde imzalanan sözleşmenin hükümleri uyarınca Mısır'dan geri çekildi. 9 Ekim 1801'de imzalanan Paris Antlaşması Fransa'nın Mısır seferini sona erdirdi; bu şekilde Mısır yeniden Osmanlı yönetimine geçti.

Sultan III. Selim babası ve amcasının eğitimine verdiği önemden dolayı bilgili ve kültürlü bir şehzade olarak yetişti. Bir yandan doğu kültürüne ilgisini devam ettirirken batı kültürüne de ilgi duyuyordu. İlk defa 1797 yılında III. Selim zamanında İstanbul'a Avrupa'dan gelen bir grup opera gösterisi sergiledi. III. Selim'in kızkardeşi Hatice Sultan'ın Melling tarafından Ortaköy semtinde inşa edilen sarayı İstanbul halkı ve Avrupalılar arasında çok ün kazandı. Bir yandan da eleştirilere neden oldu. Sultan III. Selim sık sık kız kardeşinin sarayına uğramaktan büyük zevk alırdı. Sultan III. Selim şiir ve müziğe çok meraklıydı. İlhami mahlasıyla birçok şiirler yazdı ve çok sayıda şarkı besteledi. Klasik Türk Müziğindeki suzidilara, şevkefza, şevk-u tarab, Arazbarbuselik ve nevakürdi makamları Sultan III. Selim'in buluşlarıdır. Dini müzik olarak ayin, durak, nat, ilahi formunda, din dışı müzik olarak Kâr, beste, semai, şarkı, köçekçe, peşrev, saz semaisi formunda 64 civarında eser bestelemiştir. Sultan III. Selim'in yazdığı saltanatın gelip geçici olduğunu anlatan bir manzume şöyledir.

Mimari Yapı:

Cami mimari planı kare formda olup barok stilindedir. Kare harim merkezi tek kubbe ile örtülmüştür. Üç ulu çınarın gölgesinde güzel bir bahçe içinde yer alan Camii bol pencereli, büyük açık kemerler üzerinde yükselen kubbeye ve köşelerde zarif ağırlık kulelerine sahiptir. İçerisi, dışarısı kadar göz alıcı değilse bile çok sayıda pencereleri ile bol ışıklı ve ferahtır. Kubbeyi tutan kemerler aynı stilde konsollarla kuvvetlendirilmişlerdir. Caminin yanında sıbyan mektebi, hayrat hademesi odaları ile Hünkar Dairesi yer almaktadır. Zamanında minaresi kalın görüldüğünden inceltilmiş ve bir fırtınada 1822 tarihinde harap olduğundan tamir edilmiştir. Sonradan 1954-1959 yıllarında esaslı tamirler yapılmıştır.

LALELİ SULTAN III. MUSTAFA KÜLLİYESİ

Eminönü İlçesi Laleli semtinde, Ordu Caddesi ile Fethi Bey Caddesi’nin kesiştiği köşede inşa edilen Laleli Külliyesi; cami, medrese, çeşme, sebil, imaret, muvakkithane ve bir han’dan meydana gelmektedir. III. Mustafa zamanında, 5 Nisan 1760 tarihinde temeli atılan camiyle yapımına başlanan külliyenin mimarının kim olduğu tam olarak bilinmese de mimarın, Mehmed Tahir Ağa ya da Hacı Ahmed Ağa olduğu düşünülmektedir. Barok ve klasik mimarinin özelliklerinin bir arada görüldüğü külliye, 1765 yılındaki depremde hasar görmüş ve 1782 yılında tamir edilmiştir.

Külliye camii, 18 kubbeyle çevrili bir iç avluya sahiptir. Üç yönde giriş verilmiş bu avlunun ortasında güzel bir şadırvan bulunur. Kare plan üzerine inşa edilen caminin kubbesi, 24 adet pencere açıklığı olan bir kasnağa oturtulmuş, bu ana kubbe altı yarım kubbeyle desteklenmiştir. Caminin iç aydınlığını; bu 24 adet pencere de dâhil olmak üzere, toplam 105 adet pencere ile sağlanmıştır. Sıra dışı külahları olan tek şerefeli iki minareye sahip caminin, dış avlusu ¬¬¬1957–1958 yıllarındaki yol çalışmaları sonrası özgün çizgilerini yitirmiş, cümle kapısı geri çekilmiş ve avlu kodunun altındaki dükkânlar bugünkü şeklini almıştır.

Külliye medresesi 1894 depreminde ve 1911 yılında gerçekleşen yangında büyük hasar görmüş ve günümüze ulaşamamıştır. Külliyenin sebili ve türbesi Ordu Caddesi’ne bakan cephe üzerinde bulunur. Külliye türbesinde Sultan III. Mustafa ve Sultan III. Selim medfun olup, bu türbenin yanındaki türbede ise haseki sultanlar gömülüdür. Külliyenin dairesel bir kaide üzerinde bulunan sebili caddeye bakan içbükey pencerelere sahiptir.

Külliyenin Banisi:

Sultan III. Mustafa, 1717 yılında doğmuştur. 26. Osmanlı padişahı ve 105. İslam halifesidir. Babası Sultan III. Ahmet, annesi Emine Mihr-i-Mah Sultan'dır. Babasının 1730'da padişahlıktan çekilmesinden sonra yirmi yedi yıl kafes hayatı yaşamıştır. Amcasının oğlu III. Osman'ın ölümü üzerine 1757'de tahta geçmiştir. Başa geçtikten sonra sadrazam Koca Ragıp Paşa'yı görevde bıraktı. Mali durumu düzeltmek için sarayın giderlerini azalttı ve yolsuzlukların üzerine gitti ancak başarılı olamadı. Orduda topçu sınıfını düzeltmek için Baron de Tott'a "Sürat topçuları" adında askeri bir birlik kurdurdu. Rusların 1770'te Çeşme'de Osmanlı donanmasını yakmaları üzerine yeni bir donanma hazırlanmasına çalıştı. Bu donanmanın subaylarını yetiştirmek üzere okul kurdu. Laleli Camii'ni yaptırdı. Ayrıca depremde yıkılan Fatih Camii'ni yeniden yaptırdı. Saltanatının son dönemine 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı hakim oldu. Sultan III. Mustafa ordusunun zayıflığını bilmekle beraber II. Katerina döneminde Rusya'nın Lehistan'a yaptığı müdahaleler yüzünden Rusya'ya karşı savaş ilan etti. Savaş sırasında Baltık Denizi'nden yola çıkan Rus Donanması Çeşme'de Osmanlı donanmasını yaktı. Sultan III. Mustafa savaşı bitirmek için girişimlerde bulundu ancak başarılı olamadı. Savaş sürerken öldü. Laleli de kendi yaptırdığı Laleli Külliyesi’nin içindeki Sultan III. Mustafa Türbesi'nde yatmaktadır.

Külliye Camisi:

18 kubbeyle çevrili bir iç avluya sahiptir. Üç yönde giriş verilmiş bu avlunun ortasında güzel bir şadırvan bulunur. Kare plan üzerine inşa edilen caminin kubbesi, 24 adet pencere açıklığı olan bir kasnağa oturtulmuş, bu ana kubbe altı yarım kubbeyle desteklenmiştir. Cami harimine biri mihrap ekseninde, ikisi kuzeyde yan sofalara açılan üç yuvarlak kemerli kapıyla geçilmektedir. Harim kıble istikametinde dikine yerleşmiş ve mihrap yönünde genişletilmiştir. Mekanı örten ana kubbe sivri kemerler üzerine oturan ve ikisi kuzeyde serbest, ikisi mihrap sofası köşelerinde, dördü yanlarda olmak üzere toplam sekiz paye ile taşınmaktadır. Bu kubbe dördü köşelerde, ikisi mihrap ekseninde olmak üzere altı yarım kubbe ile desteklenmiştir. Mihrap önündeki ve kuzeydeki yarım kubbeler diğerlerine göre daha derin tutulmuştur. Kuzeyde son cemaat yeriyle birleşen iki köşede birer küçük kubbe bulunur. Harim duvarları ve kubbe pencerelerinde olan beş sıra pencerelerle aydınlatılmaktadır. Pencerelerin alt sırasında olanlar dikdörtgen ebatlıdır. Üst sıra pencereler ise yuvarlak kemerlidir. Cephedeki üçüncü sıradaki pencereler yuvarlak olarak düzenlenmiştir. İçerde duvar yüzeyleri serpantin breşi, pembe breş ve koyu gri renkte taş levhalarla kaplanmıştır. Özellikle mahfilin kuzey duvarında iki adet renkli taş kakma pano dikkat çekicidir. Paye başlıkları hizasında yukarıda yarım kubbelerle ana kubbenin içi kalem işleriyle süslenmiştir. İki yanında birer sütunla sınırlandırılmış olan mihrap mermerdir. Mihrap nişi koyu yeşil bir taşla kaplanmıştır. Mermer minber renkli taşlarla süslenmiştir. İçerde Sultan III. Mustafa’nın tuğrası işlenmiştir. Caminin iç aydınlığını; bu 24 adet pencere de dahil olmak üzere, toplam 105 adet pencere ile sağlanmıştır. Sıra dışı külahları olan tek şerefeli iki minareye sahip caminin, dış avlusu 1957–1958 yıllarındaki yol çalışmaları sonrası özgün çizgilerini yitirmiş, cümle kapısı geri çekilmiş ve avlu kodunun altındaki dükkânlar bugünkü şeklini almıştır.

Külliye Medresesi:

Külliye medresesi 1894 depreminde ve 1911 yılında gerçekleşen yangında büyük hasar görmüş ve günümüze ulaşamamıştır.

Külliye Sebili:

Laleli Camii Sebili; İstanbul Suriçi Laleli Ordu caddesi ile Fethi bey caddesinin kesiştiği noktada 1760-1763 yılları arasında Sultan III. Mustafa tarafından inşa ettirilmiş olan külliyenin bir yapısı olarak Mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından inşa edilmiştir. Sebil Ordu caddesine cephelidir. Ordu caddesi Aksaray’ doğru indiği için Sebil cami avlusundan 3-3,5 metre aşağıda kalır. Sebilin yanından bir rampa ile camii avlusuna çıkılmaktadır. Sebilin hemen yanında yine cadde kotunda türbe bulunmaktadır. Caminin girişi merdivenlidir. Sebili bronzdan yapılmıştır. Hamamı yıktırılmış, caddedeki cephesine ek dükkânlar yapılmıştır. Külliyenin dairesel bir kaide üzerinde bulunan sebili caddeye bakan içbükey pencerelere sahiptir.

Külliye Türbesi:

Sultan III.Mustafa Türbesi, İstanbul Laleli Ordu Caddesi üzerinde bulunan Laleli külliyesinin güney batısına 1774 yılında Mimar Tahir Ağa tarafından inşa edilmiştir.Türbe,Sultan III. Mustafa’nın 1763 yılında yaptırmış olduğu Laleli Camisi ismi ile tanınan imaret, sebil, muvakkithane, han, hamam ve dükkanlardan oluşan külliyenin bir bölümüdür. Sultan III. Mustafa Laleli’de yaptırdığı bu külliyenin yanına daha önce kendisi için bir de türbe eklemişti. Bu nedenle 1774 yılında öldüğü zaman kendi yaptırdığı türbesine gömülmüştür. Sultan III. Selim de 1808’de öldüğü zaman babası olan Sultan III. Mustafa’nın bu türbesine gömülmüştür. Mermer kaplı ongen planlı tek kubbeli, barok üsluptaki türbenin üç cephesi önündeki Ordu Caddesi’ne yöneliktir. Türbe girişinde üç gözlü revak bulunmaktadır. Türbenin avlu giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfi Efendi’nin Fecr suresinin 27–30. ayetleri yazılıdır. Giriş kapısı üzerinde celi-sülüs yazı ile Mehmet Vasfi’nin Ankebut suresinin 57. ayeti yazılıdır. Giriş kapısının iç kısmında Mehmet Vasfi’nin koyu yeşil zeminli kabartma harfler ve altın varakla Haşr suresinin 2. ayeti yazılmıştır. Caddeye bakan türbenin güneydeki üç penceresi basık kemerli olup, bunların köşelikleri mermerden kabartma yaprak ve çiçek motifleri ile bezenmiştir. Süsleme yönünden son derece zengin olan türbenin içerisindeki birinci kat pencereleri yayvan kemerlerle çevrilmiş pencere aralarına XVI. yüzyıla tarihlenen, piyasadan toplanmış mercan kırmızısı, mavi ve beyaz renklerin egemen olduğu çiniler yerleştirilmiştir. Bu pencereler üzerine yine Mehmet Vasfi Efendi’nin Zümer suresinin 49–53; 73–73 ve Saffad suresinin 180–182. ayetleri yazılmış ve bunlar bir kuşak halinde iç mekânı çepeçevre dolanmıştır. Türbede Sultan III. Selim ve Sultan III. Mustafa’nın sandukaları bulunmaktadır. Bu sandukalar sedef kakmalı, ahşap korkuluklarla çevrilmiştir. Onların yanı sıra, Sultan III. Mustafa, Sultan III. Selim’in şehzadeleri ve kızlarına ait sekiz sanduka daha bulunmaktadır. Bunlar Sultan III. Mustafa’nın kızları Hibetullah, Mihrimah, Mihrişah sultanlar ile torunu Şerife Havva Sultan’a aittir. Türbe haziresinde ayrı bir türbede ise Sultan III. Mustafa’nın eşi Adilşah Kadın gömülüdür.

Külliye Hanı:

Taş Han veya Sipahiler Hanı veya Çukurçeşme Hanı; İstanbul Suriçi Laleli Fethi Bey Caddesinde Sultan III. Mustafa tarafından inşa edilmiştir. Kitabesi olmamakla birlikte Laleli Camiinin Vakıf kayıtlarında bu hanın camiin vakfından olduğu ve ulûfelerini almak için İstanbul’a gelen Sipahilerin kalmaları için yaptırıldığı yazılıdır. Bu yüzden ilk yapıldığında “Sipahi Hanı” adı ile tanınmaktadır. Üç avlulu olan bu hanın giriş cephesi çağdaşlarından farklı olarak tuğla hatıllı olmayıp kesme taştan inşa edildiğinden dolayı “Taş Han” adı ile anılmıştır. Diğer cephelerde ve iç avluya bakan duvar örgüsünde ise taş sıraların arasında tuğla hatıllar ile klasik dokuya dönülmüştür. Giriş 27 x 14 metrelik birinci avluya alışılmışın dışında bir plan şemasıyla uzun bir bina koluyla bağlanır. Avluya geçişi de içine alan bu kısım tek başına bir bölüm meydana getirmekte olup üzerinde iki katlı dar odalar bulunmaktadır. Bu geçit ayrıca uzun bir koridor ile ana avluya da bağlanmakta olup iki yanında üst kata çıkışı sağlayan merdivenler vardır. Girişin üzerinde biri büyük diğer ikisi küçük olmak üzere üçtaş kemer hafif bir çıkıntı yapan taş payelere oturur. Bu kemerlerin üzerinde zemin kat ile üst katı ayıran taş bir silme devam edere. Esas avlu bodrumlu olup diğerlerinden oldukça büyüktür. Bir rampa inilen avludaki bu bodrum atların barınması için yapılmıştır. Yuvarlak revak kemerleri tuğladandır. Bu revakların arkasında kalan odaların bazıları yuvarlak taş kemerli kapı ve dikdörtgen taş hatıllı pencerelerle bazıları da sadece sadece kapı ile revaklara açılmaktadır. Günümüzde bakımsız ve bazı yerleri harap olmakla beraber eski karakterini muhafaza edebilmiş olan bu yapı İstanbul’da ki askeri hüviyetli tek handır.

YAVUZ SULTAN SELİM KÜLLİYESİ

Kanuni Sultan Süleyman tarafından babası Yavuz Sultan Selim hatırasına, 1516–1522 yılları arasında Fatih’te, Sultan Selim semtinde, Haliç’e hâkim bir tepe üzerinde inşa edilmiş olan külliye; cami, imaret, sıbyan mektebi, darüşşifa, hamam ve bir türbeden müteşekkildir.

Sultan Selim Külliyesi’nin kim tarafından yapıldığı kesin olarak bilinmemekle birlikte; Tahsin Öz, külliye camisinin Mimar Acem Ali’ye inşa ettirildiğini ileri sürmüştür. Tabhaneli cami örneğinin son temsilcilerinden biri olan bu camii, Edirne camileri örnek alınarak inşa edilmiştir. Cami büyük bir dış avlunun ortasında bulunur ve dış avludan 22 kubbenin dolandığı caminin revaklı iç avlusuna, üç farklı yönde giriş verilmiştir. Bu iç avlunun ortasında, sekiz mermer sütuna sahip sıra dışı bir görünümü olan cami şadırvan bulunur. Cami kütlesi 24.5 m açıklığa sahip büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin büyüklüğü ve zemine olan mesafesi dikkate alınacak olursa; kubbenin bu şekilde tasarlanarak ana mekâna egemen olmasının sağlanmaya çalışıldığı görülecektir. Cami hariminin sağ tarafında altı ayak üzerine oturtulmuş müezzin mahfili, sol kısımda ise; göze hitap eden bir görünüme sahip, sekiz sütun üzerinde yükselen sultan mahfili yer alır. Evliya Çelebi; sultan mahfilinde bulunan altın yaldızlı kafeslerin Sultan İbrahim tarafından yapıya eklendiğini belirtir. Caminin kıble kapısında ve bazı pencere kemerlerinde yer alan çini panolarda kullanılan kakmalarla, bu öğelere sanatsal bir değer katılmıştır. Ayrıca; caminin işlemeli mermer minberi, tek şerefeli iki minaresi, bu sade camide göze çarpan diğer elemanlardır.

Külliyenin bir diğer yapısı; klasik tarzda inşa edilen, revaklı girişe sahip sekizgen planlı türbesidir. Külliyenin kıble yönündeki haziresinde bulunan bu türbede, I. Selim’in sandukası bulunur ve sandukanın başucuna beyaz bir kaftan asılıdır. I. Selim’e ait olan bu kaftan dönemin âlimlerinden İbni Kemal’in atının çamur sıçrattığı o meşhur kaftandır. Bu türbenin yanındaki benzer mimari özelliklere sahip diğer türbede ise; Kanunu Sultan Süleyman’ın küçük yaşta hakkın rahmetine kavuşan kızları ve şehzadeleri medfundur. Ayrıca, külliye haziresinde Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafza Sultan mezarı da bulunmaktadır.

Külliyenin Banisi:

Yavuz Sultan Selim 1470 yılında doğmuştur. 9. Osmanlı padişahı, 74. İslam halifesi ve ilk Osmanlı halifesidir. Babası Sultan II. Beyazıt, anası Gül-Bahar Hatun, eşi Ayşe Hafsa Sultan'dır. Tahtı devraldığında 2.375.000 km2 olan Osmanlı topraklarını sekiz yıl gibi kısa bir sürede 2,5 kat büyütmüş ve ölümünde imparatorluk topraklarının 1.702.000 km2'si Avrupa'da, 1.905.000 km2'si Asya'da, 2.905.000 km2'si Afrika'da olmak üzere toplam 6.557.000 km2'ye çıkarmıştır. Padişahlığı döneminde Anadolu'da birlik sağlanmış; halifelik Abbasilerden Osmanlı Hanedanına geçmiştir. Ayrıca devrin en önemli iki ticaret yolu olan İpek ve Baharat Yolu'nu ele geçiren Osmanlı, bu sayede doğu ticaret yollarını tamamen kontrolü altına almıştır. Sultan I.Selim, tahta babası Sultan II. Beyazıt'a karşı darbe yaparak çıkmıştır. Şehzade Selim, tahta çıkmadan önce vali olarak Trabzon'da görev yapmıştır. Yavuz Sultan Selim'e kızını vermiş olan Kırım Hanı Mengli Giray, ona askeri destek sağlayarak tahta geçmesine yardım etmiştir. 1512'de tahta çıkan Sultan Selim, Eylül 1520'de şarbon hastalığına bağlı olarak Aslan Pençesi denilen bir çıban yüzünden henüz 49 yaşında iken vefat etmiştir.

Sultan Selim, Mısır Seferi'nden sonra Batı Seferi'ne başlamak amacıyla Veziriazam'ı Kapıkulu askerleriyle Edirne'ye göndermiş, sonra kendisi de Ağustos 1520'de Edirne'ye doğru yola çıkmıştır. Ancak Selim, sırtında bir çıban çıkmasından ötürü rahatsızlanmıştır. Halk arasında yanıkara olarak da isimlendirilen bu çıban, Şirpençe ya da Aslan Pençesi ismiyle bilinmektedir. Hoca Sadettin Efendi, yazılarında Yavuz Sultan Selim'in ölümüne sebep olan çıban hakkında ayrıntılı bilgiler vermiştir ve bundan ötürü günümüzde kaynak olarak genelde onun yazılarına başvurulmaktadır. Bütün bu sıkıntılara rağmen Yavuz, sefer daha önce kararlaştırıldığı için geri dönmeyerek hasta olduğu halde Ağustos 1520 tarihinde Edirne'ye doğru yola çıkmıştır.

Yavuz, Çorlu'da kırk gün Başhekim Ahmet Çelebi tarafından tedavi edilmiş fakat yara yine de büyüyüp açılmıştır. Hareket edemeyecek kadar yorgun düşen Yavuz, tedaviden ümidini kesince Edirne'de bulunan Veziriazam Piri Mehmet Paşa ile vezir Çoban Mustafa Paşa'yı ve Rumeli Beylerbeyi Ahmet Paşa'yı acele yanına çağırtmış ve vasiyetini belirtmiştir. Ayrıca acele edip yetişmesi için Manisa Valisi olan oğlu Şehzade Süleyman'a haber göndermiş ancak oğlu gelmeden 1520 yılında 21 Eylül'ü 22'sine bağlayan gece Çorlu karargahının bulunduğu köyde vefat etmiştir. Sultan Selim'in vefatı, tek oğlu olan Manisa Valisi Şehzade Süleyman gelinceye kadar gizli tutulmuştur. Süleyman'ın 1520 tarihinde İstanbul tarafına gelip kadırga ile saraya indiği haber alındıktan sonra, Selim'in vefatı ve yeni padişahın İstanbul'a geldiği ilan edilmiştir.

Devlet erkanı, derhal İstanbul'a gelip yeni Padişah'ı tebrik ettikten sonra Selim'in naaşı, bütün ilgililer tarafından Edirnekapı haricinde, bağlar ucunda karşılanıp, hazırlanmış bulunan tabuta konmuştur. Fatih Sultan Mehmet Camii'nde cenaze namazı kılındıktan sonra, o tarihlerde Mirza Sarayı denilen günümüzdeki Sultan Selim Camii yanındaki mahalleye defnedilmiştir. Türbesi, oğlu Süleyman tarafından yaptırılmıştır.

Yavuz Sultan Selim; 22 Eylül 1520'de Şirpençe denilen bir çıban yüzünden vefat ettiğinde oğluna, dolu bir hazine, güçlü bir ordu ve iç karışıklıklara son verilmiş bir devlet bırakmıştır. Kanuni Sultan Süleyman, Fatih Camii'nde babasının cenaze namazını kıldıktan sonra, onu Sultan Selim Camii avlusundaki türbeye defnettirmiştir.

Külliyenin Camisi:

Cami büyük bir dış avlunun ortasında bulunur ve dış avludan 22 kubbenin dolandığı caminin revaklı iç avlusuna, üç farklı yönde giriş verilmiştir. Bu iç avlunun ortasında, sekiz mermer sütuna sahip sıra dışı bir görünümü olan cami şadırvan bulunur. Cami kütlesi 24.5 m açıklığa sahip büyük bir kubbe ile örtülüdür. Kubbenin büyüklüğü ve zemine olan mesafesi dikkate alınacak olursa; kubbenin bu şekilde tasarlanarak ana mekâna egemen olmasının sağlanmaya çalışıldığı görülecektir. Cami hariminin sağ tarafında altı ayak üzerine oturtulmuş müezzin mahfili, sol kısımda ise; göze hitap eden bir görünüme sahip, sekiz sütun üzerinde yükselen sultan mahfili yer alır. Evliya Çelebi; sultan mahfilinde bulunan altın yaldızlı kafeslerin Sultan İbrahim tarafından yapıya eklendiğini belirtir. Caminin kıble kapısında ve bazı pencere kemerlerinde yer alan çini panolarda kullanılan kakmalarla, bu öğelere sanatsal bir değer katılmıştır. Ayrıca; caminin işlemeli mermer minberi, tek şerefeli iki minaresi, bu sade camide göze çarpan diğer elemanlardır.

Külliyenin Türbeleri:

Külliyenin bir diğer yapısı; klasik tarzda inşa edilen, revaklı girişe sahip sekizgen planlı türbesidir. Külliyenin kıble yönündeki haziresinde bulunan bu türbede, I. Selim’in sandukası bulunur ve sandukanın başucuna beyaz bir kaftan asılıdır. I. Selim’e ait olan bu kaftan dönemin âlimlerinden İbni Kemal’in atının çamur sıçrattığı o meşhur kaftandır. Bu türbenin yanındaki benzer mimari özelliklere sahip diğer türbede ise; Kanunu Sultan Süleyman’ın küçük yaşta hakkın rahmetine kavuşan kızları ve şehzadeleri medfundur. Ayrıca, külliye haziresinde Kanuni Sultan Süleyman’ın annesi Hafza Sultan mezarı da bulunmaktadır.

Külliye Sıbyan Mektebı:

Sultan Selim külliyesinin avlu girişinde bulunan, kesme taş ve tuğladan yapılmış olan sıbyan mektebinin duvarlarında bir sıra taş, bir sıra tuğla kullanılmıştır. Kare planlı yapının üzeri sekizgen kasnaklı bir kubbe ile örtülmüştür. Giriş kısmında üç baklava başlıklı sütunun taşıdığı ahşap bir sundurma bulunmaktadır. Sıbyan mektebi altlı üstlü iki sıra pencere ile aydınlatılmıştır. Alt sıradaki pencereler dikdörtgen söveli olup, üst sıradakiler yuvarlak kemerli ve alçı şebekelidir. Giriş kapısının bulunduğu duvarda sundurmadan ötürü üst sıra pencerelere yer verilmemiştir. Sıbyan mektebi 1918 yılında yangından zarar görmüş, 1960’lı yıllarda restore edilmiştir.

Külliye İmareti:

Günümüze gelememiş olan bu yapı, külliye ile beraber mi yapıldığı veya daha geç tarihli mi yapıldığı bilinmemektedir. Külliye vakfiyesinde kiler, ambar, yemekhane, matbahtan bahsedilen imaret binasının eldeki bilgilerden anlaşılacağı üzere ‘’L’’ planlı bir yapı olduğu bilinmektedir. Kulekapılı Seyyit Hasan Efendi tarafından çizilen suyolu haritasında görülmektedir. Yapının 1884 depreminde yıkıldığı bilinmektedir. 1917 yılında Sirkeci Hamidiye Caddesinde yıkılan medresenin yerine Mimar Kemalettin’e iki katlı bir medrese yaptırmıştır. Daha sonra çeşitli isimlerle eğitim yapan bu yapı günümüzde Yavuz Selim Kız Meslek Lisesidir.

KILIÇ ALİ PAŞA CAMİİ

Kılıç Ali Paşa tarafından, Mimar Sinan’a, 1581 yılında, Tophane Meydanı’nda inşa ettirilen Kılıç Ali Paşa Külliyesi; cami, türbe, sebil, medrese ve hamamdan meydana gelmektedir.

Külliye’nin ana öğesi olan cami, bir avlu çerçevesinin ortasında bulunur. Avlu çerçevesi 1956 yılında gerçekleştirilen yol çalışmalarında özgün biçimini yitirmiş ve avlu duvarı geri çekilmiştir. Caminin son cemaat yeri beş kubbe ile örtülü olup; ayrıca, üç yönden son cemaat yerini saran kurşun kaplamalı sundurma ile bu kısmın tavan örtüsü meydana getirilmiştir. Dikdörtgen plana sahip cami ana mekânının 12.70 m çapındaki kubbe örtüsü, pencereli bir kasnağa oturtulmuş ve kubbe ağırlığı pandantifler aracılığı ile dört payeye bindirilmiştir. Ayasofya mimari estetiğinin gelişmiş bir örneği olduğu düşünülen cami, 16 yüzyılın işçiliği olan İznik çinileri ile bezenmiştir. Cami, 24’ü kubbe kasnağında olmak üzere toplam 147 pencere ile aydınlatılmaktadır. Ayrıca, 1948 yılında Deniz Müzesi’ne kaldırılan 16 yy. ait tarihi deniz feneri de caminin aydınlatılmasında kullanılmıştır. Tek şerefeli cami minaresi ise 19 yy.da gerçekleştirilen onarımda yenilenmiş ve minarede barok süslemeler kullanılmıştır.

Kılıç Ali Paşa Camii’nin denize bakan cephesinde bulunan ve sekizgen plan üzerine kesme taştan inşa edilen külliye türbesi, Kılıç Ali Paşa’ya aittir. Deniz tarafında bulunan bir diğer yapı; 18 hücreden meydana gelen, kare planlı külliye medresesidir. Külliye hamam ise caminin sağ tarafındaki kubbeli yapıdır. Avlu duvarının üzerindeki sebillerinde külliyeye dâhil olduğu düşünülmektedir.

Caminin Banisi:

Kılıç Ali Paşa veya Uluç Ali Paşa ismiyle tanınan bir Osmanlı denizcisidir. 1500- 1587 yılları arasında yaşamıştır. Batılılarca Occhiali ya da Uluj Ali olarak da bilinen 1571 ile 1587 yılları arasında 16 yıl kaptan-ı derya olarak görev yapmıştır. İtalyan asıllı olup, adı "Giovanni Dionigi Galeni"dir. İtalyan kaynaklarında Occhiali adıyla geçer. Daha sonra müslüman olmuş, hızla yükselmiş ve Osmanlı donanmasının önemli komutanlarından biri olmuştur. Özellikle, İnebahtı Savaşı sırasında gösterdiği başarı ile bilinir. Karısının adı Selime Hatun'du ve hiç çocukları olmamıştır.

1500 yılında İtalya'da Kalabriya'nın bir köyünde yoksul bir balıkçının oğlu olarak dünyaya geldi. Uzun süre kadırgalarda forsalık yaptı. Daha sonra müslüman olarak özgürlüğünü kazandı ve Ali adını aldı. Korsanlık yapmaya başladı. Arap olmayan korsanlara verilen Uluç namı ile de anılmaya başlandı. 1548'de Turgut Reis ile çalışmaya başladı. Mehdiye kalesinin savunmasında ve 1560'ta Cerbe'nin zaptında yer aldı. Turgut Reis'in yanında Trablus'un fethinde bulundu, Napoli ve Sicilya harekatlarına katıldı. Turgut Reis ile birlikte 1551'de İstanbul'a geldi. Kendisine reis olarak tersanede görev verildi. 1560'da Piyale Paşa komutasında Akdeniz'e açılan donanmada yer aldı. 1565'teki Malta kuşatmasına katıldı. Bu seferin ardından İzmir sancakbeyi oldu. 1568'de Cezayir beylerbeyliğine getirildi. Kıbrıs'ın fethinde bulunduktan sonra 20 gemi ile Osmanlı donanmasına katıldı. Fethin ardından Pertev Paşa ve Ali Paşa ile Rodos'a geçti ve Girit sahillerini vurdu.

Osmanlılara karşı hazırlanan Haçlı ordusunun yaklaştığı haberinin gelmesi üzerine toplanan savaş meclisinde Uluç Paşa savaşın açık denizde yapılmasını savundu ancak kaptan-ı derya Ali Paşa bunu kabul etmedi. 7 Ekim 1571 günü İnebahtı körfezinde yapılan savaşta Uluç Ali Paşa sol kanada komuta etti. Bir gün süren savaş Osmanlı donanmasının yenilgisiyle son buldu. Savaş sırasında Uluç Ali Paşa düşmanın sol kanadını bozmuş ve Malta şövalyelerinin kaptan gemisini ele geçirmiştir. Savaşın ardından yarısı kendi filosundan, öbür yarısı ise dönüş yolunda doğu Akdeniz limanlarından topladığı Osmanlı kadırgalarından oluşan 80 gemiyle İstanbul'a vardı. Uluç Paşaya kaptan-ı deryalık görevi verildi ve II. Selim Uluç Ali'nin adını Kılıç Ali olarak değiştirdi. Sokollu Mehmet Paşa'nın yardımı ve isteğiyle Kılıç Ali Paşa 1572'nin ilkbaharında 250 gemiden oluşan yeni bir donanma hazırladı ve aynı yılın Haziran ayında sefere çıktı. 1574 yılının Mayıs ayında Sinan Paşa ile birlikte Akdeniz'e açıldı. İtalya ve Sicilya kıyılarını vurdu. Ancak en önemlisi İnebahtı savaşından sonra İspanya'nın geri aldığı Tunus'u La Gouletta kalesi ile birlikte otuz üç gün süren bir savaşın ardından yeniden ele geçirdi. Tunus Cezayir ve Trablusgarp'ın ardından Berberi kıyılarındaki üçüncü Osmanlı eyaleti oldu.

Mimari Yapı:

Kılıç Ali Paşa Camii ve Külliyesi, geniş bir avlu ile çevrili. Avluya simetrik duvarlarındaki dört ayrı kapı ile girilebiliyor. Avlu ortasında zarif bir kubbe ile örtülü şadırvanı ise son derece göz alıcıdır. Şadırvanlı avludan demir parmaklıklı iç avluya geçildiğinde biri beş kubbeli ve altı sütunlu, diğeri ise ahşap, ağaç oyma ve işlemeciliğinin en zarif örnekleri ile süslenmiş bir saçakla örtülü iki tane son cemaat mahalline ulaşılır. Genel olarak ele alındığında Sinan’ın diğer eserlerine nispetle daha fazla süs unsuru barındıran caminin gerek son cemaat mahallinde, gerekse iç kısmında 16. yüzyıl özelliklerini yansıtan çiçek motifleriyle süslü renkli çiniler dikkat çeker. Kılıç Ali Paşa Camii hat sanatı bakımından da son derece zengindir. Cami girişinin görkemli bezemesini tamamlayan muhteşem ahşap kapı kanatları, kündekari üzerine fildişi, abanoz ve elma ağacından incecik kakmalarla, kabartmalı nakışlarla ve metal gülçelerle işlemeli. İç kısımda ilk göze çarpan manzaralardan biri de lacivert üzerine beyazla çevrilmiş ve bütün duvarların üst kısımlarını çepeçevre kuşatan nefis çiniler üzerine nakşedilmiş kuşak yazıları. Büyük kubbenin 24 penceresi ile birlikte caminin toplam 147 penceresi vardır. Geniş kavisli pencerelerdeki camlar üzerine işlenmiş rengârenk motifler ve desenler güneşin isabet ettiği kesimlerde zemine aksederken oluşan renk ahengi ayrı bir görsel zenginlik sağlamakta.

Camideki Osmanlı mimari zevkinin en bariz yansımalarından biri kuşkusuz Bursa stilindeki mihrap, dışa çıkıntılı, yarım kubbe ile örtülü, kaide kesimi ile iç yüzü mermer, etrafı ise bütün yüzeyi tamamen çiçekli nefis İznik çinileriyle kaplıdır. Kıble duvarının ana mekâna bakan bölümünde üstleri çinilerle süslü olan tüm kemerli pencerelerde zarif vitraylar kullanılır. Bu yüzden de pencerelerden süzülen ışığın ahenkli dağılımının meydana getirdiği sade görkem, burayı caminin odağı haline getirir. Mihrabın sağ tarafında tamamen işlemeli mermerden yapılmış ve oldukça yüksek tutulmuş minber üstündeki sivri ve zarif külah caminin iç manzarasındaki ahenge ayrı bir ihtişam katar.

Bu ulu mabet dış görünüşüyle gözleri kamaştırırken, iç görünüşündeki ahenk ve ihtişamıyla da gönülleri coşturur. Külliyenin bir parçası olan hamam da her haliyle Sinan’ın imzasını taşıyan bir şaheserdir. Geniş revakları, şadırvanları, halvet ve girintili çıkıntılı çeşitli hücre ve duşları dikkat çeker. Geniş göbek taşları, aydınlık kubbede yankılar yapan şırıltılı sayısız kurnaları ile soğukluk, ılıklık ve sıcaklık bölümleri diğer tarihi hamamlardan farklılıklar arz eder. Ayrıca iki ılıklık bölümü ile İstanbul’un en büyük kubbeli üç hamamından biridir. Hamamın restorasyon çalışmaları halen devam etmekte ve 2012 yılında hizmete açılması beklenmekte. Avlunun kuzeybatı köşesinde yer alan, caddeye bakan üç revakı bulunan ve inşasında banisinin muradı “susayanların özellikle mübarek günlerde hararetlerini söndürmeleri için her türlü meşrubatın Allah rızası için ücretsiz olarak dağıtılması” olan sebil yer alır.

FATİH KÜLLİYESİ

Fatih’te Fevzi Paşa Caddesi üzerinde bulunan ve geniş bir alan üzerine yayılan kompleks; Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethinden sonra İstanbul’da inşa edilmiş ilk külliyedir. Cami, medrese, darüşşifa, hamam, çarşı, kütüphane ve türbelerin de içinde olduğu büyük bir külliye olma vasfını taşıyan mekân, 1463–1470 yılları arasında ilk inşa edildiği zamanki özgün biçimini büyük ölçüde yitirmiştir.

Mimar Atik Sinan’ın eseri olan külliyenin yerinde, Bizans zamanında Havariyun adlı bir kilise bulunduğu ve külliyenin de bu kilisenin harabesi üzerine bina edildiği bilinmektedir. Ayrıca; külliyenin mimari çizgilerine bakıldığında Bizans mimarisinden uzak olduğu ve Türk mimari geleneğinin gelişmiş bir örneği olduğu dikkat çekmektedir.

Külliyenin ana elemanı olan cami; 1509, 1557, 1754 meydana gelen depremler sonrası büyük hasar görmüş ve her seferinde tekrardan ihya edilmiştir. Ama 1766 yılında gerçekleşen depremden sonra yapının ana kubbesinin çökmesi ve duvarlarının büyük zarar görmesi üzerine; günümüzdeki cami, 1767 yılında III Mustafa’nın emri ile Mimar Mehmed Tahir Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Cami inşa edilirken yıkılan caminin mimari özelliklerine sadık kalınmamış, dönemin mimari üslubunun klasik üslupla harmanlanması sonucu günümüzdeki yapı meydana gelmiştir. 19 yy.a kadar tek şerefeye sahip iki minaresi olan caminin minarelerine bu yüzyılda birer şerefe eklenmiş ve minareler yükseltilmiştir. Camiye 22 kubbesi olan revaklı iç avludan girilir. Caminin 26 m çapındaki ana kubbesi dört fil ayağı üzerine oturtulmuş, ana kubbeyi destekleyen yarım ve tam kubbelerle tavan örtüsü meydana getirilmiştir. Caminin bezemelerinde ise barok tarzının etkileri görülür.

Fatih Külliyesi’nin önemli elemanlarından biri olan medreseleri, 1470 yılında tamamlanmıştır. Medreseler dönemin ilim adamlarını ağırlamış ve çeşitli dallarda eğitim vermiştir. 1766 yılında meydana gelen depremde büyük ölçüde hasar gören medreselerden günümüze, külliyenin sekiz büyük medresesi kalmıştır. Günümüzde farklı amaçlar için kullanılan medreseler, 1955 yılında Vakıflar İdaresi tarafından restore edilmiştir.

Külliye yapıları arasında yer alan kütüphane binası günümüze ulaşamamıştır. Günümüzdeki mevcut kütüphane binası 1742 yılında bina edilmiş ve eski kütüphaneden kalan derme buraya nakledilmiştir. 1956 yılına gelindiğinde, mevcut kütüphanede bulunan tarihi yazma eserler Süleymaniye Kütüphanesi’ne taşınmıştır. Kütüphanenin yıpranmış mimari dokusu ise son yıllarda yenilenmektedir.

Fatih Sultan Mehmed’e, hanımı Gülbahar Hatun’a ve Sultan II. Mahmut’un annesi Nakşidil Sultan’a ait külliye türbeleri, geçekleşen depremlerden etkilenmiş ve özgün biçimlerinin yitirmiştir. Külliye haziresinde ise içinde ünlü simalarında bulunduğu pek çok kişi medfundur. Külliye kervansarayı 1980’li yıllarda restore edilmiş ve Vakıflar İdaresi tarafından yapıya eklenen yeni dükkânlarla birlikte iş yerlerine tahsis edilmiştir.

Osmanlı kültürünün İstanbul üzerindeki etkisini artıran bu kültür ve ibadet mekânının tabhanesi, hamamı ve çarşısı; külliyenin günümüze ulaşamamış diğer yapılarıdır.

EYÜP SULTAN KÜLLİYESİ

Eyüp Sultan Külliyesi kendi adını verdiği semtin merkezinde konumlanmış, İstanbul’un önde gelen ve en çok ziyaretçi çeken külliyelerinden biridir. Külliye’nin adı, Emevilerin İstanbul kuşatmasına katılan ve burada şehit olan Mihmandar-ı Resulullah Halid bin Ebu Eyüp el-Ensari’den gelmektedir ve külliyenin yapımına zatın medfun bulunduğu mekâna bir türbe inşa edilerek başlanmıştır. Rivayete göre mübarek zatın medfun olduğu yeri Fatih’in Hocası Akşemseddin rüyasında görmüş ve Fatih de ilk iş olarak buraya bir türbe bina ettirmiştir. Cami, imaret, türbe, medrese ve hamamdan meydana gelen külliye; caminin bina edildiği yıl olarak bilinen 1459 yılını izleyen yıllarla birlikte ilk şeklini almıştır.

Külliye günümüze kadar birçok yenileme çalışmasına sahne olmuş ve bu çalışmalarda büyük ölçüde özgün biçimini yitirmiştir. Özellikle 1766 yılında gerçekleşen İstanbul depremi sonrası, külliyenin büyük çapta hasar görmesi üzerine; III. Selim 1798 yılında caminin tamamen yıkılmasına ve aynı yere yeni bir caminin bina edilmesine karar vermiştir. Uzun Hüseyin Ağa’nın başında bulunduğu bir ekip tarafından bina edilmiş olan bu cami, 24 Ekim 1800 yılında III. Selim tarafından ibadete açılmıştır.

Külliye camii; ilk inşa edilen caminin tasarımına nazaran büyük ölçüde farklı özellikler gösterir. Küfeki taşından inşa edilmiş olan Caminin 26x11 m alana sahip hariminin tavan örtüsünü oluşturan 17.50 m çapındaki ana kubbesi, aynı çapta birer yarım kubbe ile desteklenmiş ve caminin aydınlık görüntüsü; merkez kubbenin kasnağında ve yarım kubbelerde bulunan pencere açıklıklarıyla güçlendirilmiştir. Yer Yer Osmanlı baroğunun da kullanıldığı caminin süslemeleri, dönemin ağdalı mimarisine göre oldukça sadedir. Kubbeli revaklarla çerçevelenmiş caminin iç avlusunun ortasında ise kısmet çeşmeleri olarak bilinen küçük çeşmeler bulunur. Beyaz mermer yontusu olan bu çeşmelerde kullanılan motifler ve mimari elemanlar, çeşmelere estetik bir hava katmıştır. Cami iki şerefeli iki minareye sahiptir ve bu minareler Damat İbrahim Paşa’nın girişimiyle, Fatih dönemindeki minarelerin kısa görülmesinden dolayı, 1723 yılında yeniden yaptırılmıştır.

Kesme küfeki taşından inşa edilmiş Eyüp Sultan Türbesi, sekizgen plan üzerine kubbeli olarak inşa edilmiştir. Türbenin iç tasarımında kullanılan Kütahya çinileri, III. Selim’in yaptırdığı gümüş şebeke, Eyüp Sultan’ın sandukasını kaplayan II. Mahmut hatırası örtü, Hattat Mustafa Rakım Efendi’ye ve II. Mahmut’a ait olan simli sülüs yazılar türbenin iç dekorasyonunda öne çıkan öğelerdir. Külliyenin çifte hamam olarak tasarlanmış hamamı ise günümüze ulaşabilen en eski Osmanlı hamamlarından biridir.

Bu mistik külliyenin medresesi ve imareti, külliyenin günümüze ulaşamayan başlıca yapılarındandır. Genel olarak Türkiye’nin çeşitli yerlerinden gelen konuklarını ağırlayan Eyüp Sultan Külliyesi, külliyenin manevi atmosferi vesilesiyle konukların uhrevi tefekkürünü güçlendirmeyi başaran dini ziyaretgâhlardan biridir. Külliyenin etrafını saran, Eyüp Sultan’ın kabrine yakın olmak isteyen birçok kişinin mezarı da külliyenin ve semtin İslam kültüründeki önemini gözler önüne sermektedir.

ATİK ALİ PAŞA KÜLLİYESİ

Eminönü İlçesi, Çemberlitaş’ta, Yeniçeriler Caddesi üzerinde bulunan Atik Ali Paşa Külliyesi; 1496 yılında II. Beyazıt dönemi sadrazamlarından olan Bosnalı Hadım Atik Ali Paşa tarafından bina edilmiştir. Cami, imaret, medrese, tekke, kervansaray ve türbe üzerine inşa edildiği düşünülen külliyeden günümüze kalan yapılar; cami, türbe ve medresedir.

Atik Ali Paşa Külliyesinin ana unsuru olan cami; Sedefçiler, Çemberlitaş, Sandıkçılar Camii gibi farklı isimlerle günümüze kadar anıla gelmiştir. 1648 yılında gerçekleşen İstanbul depreminde kubbesi tamamen, minaresi ise kısmen çökmüş olan caminin; 1716, 1766 senelerinde meydana gelen diğer sarsıntılarda hasar gördüğü ve bu sarsıntılardan sonra tekrardan ihya edildiği muhakkaktır.

Kesme taştan inşa edilen caminin son cemaat yeri beş kubbe ile örtülüdür. 21.55x28.13 m alana sahip caminin, tavan örtüsünü meydana getiren 13.30 m çapındaki ana kubbesi, bir yarım ve dört adet küçük kubbe ile desteklemiştir. Kubbe eteğindeki 16 pencere ile diğer kubbelerdeki pencere açıklıkları caminin aydınlık görüntüsüne katkı sağlamış; klasik çizgiler barındıran mukarnaslı mihrap, siyah ve beyaz mermerlerin kullanıldığı minber, yapının inşa edildiği ilk yıllardaki mimari sadeliği korumuştur. Tek şerefeli cami minaresi ise; 1648 yılındaki depremden sonra özgün biçimini büyük ölçüde yitirmiştir.

Külliyenin kime ait olduğu bilinmeyen türbesi ve hazire cadde duvarının kenarındadır. Külliyenin günümüze ulaşan bir diğer yapısı olan medresenin 1880’li yıllarda gerçekleştirilen yol genişletme çalışmalarında ön kısmı kesilmiş ve üstüne iki oda ilave edilmiştir.

Külliyenin Banisi:

Hadım Ali Paşa, veya Atik Ali Paşa, Saraybosna doğumlu olup,1511 yılında Amasya’da vefat etmiştir. Sultan II. Beyazıt dönemlerinde iki kez sadrazamlık yapmıştır. Saraybosna yakınlarında "Drozgometva" adlı bir köyde Boşnak asıllı olarak doğmuştur. Ak hadımlardan olup, devşirme olarak eğitimi Enderun'da görmüştür. Babüssaade ağalığı ve bazı beylerbeyliği görevlerinde bulundu. Sultan II. Beyazıt tahta çıktığı zaman Cem Sultan ayaklanmasında Sultan II. Beyazıt'ın has adamı olarak 1482'de Karaman beylerbeyi yapıldı. Bu görevde iken Cem Sultan ve Karamanoğlu Kasım Bey'in Konya kuşatmasında şehri başarı ile savundu. Sonra Semendire valisi ve Rumeli beylerbeyi oldu. Bu görevde iken Boğdan Prensi "Stefan Çel Mare" isyan etmiş ve Akkerman Kalesi'ni kuşatıp alma girişiminde idi. Hadım Ali Paşa onun üzerine yürüyüp kaleyi kuşatmadan kurtardı ve Prens'in Lehistan'a kaçmasına neden oldu. Bu seferinden başarı ile dönünce 1486'da vezir oldu. Bundan sonra Hadım Ali Paşa, 1485–1491 döneminde yapılan Osmanlı-Memluk Savaşı'na katıldı ve bu savaşın son safhasında Osmanlı ordusu komutanı oldu. 1488 yılında devam eden savaşta Osmanlı Ordusu vezir Hadım Ali Paşa komutanlığı altında Çukurova'ya hücuma geçip burayı, özellikle Adana, Tarsus, Anazarva, Sis kalelerini ele geçirdi. Sonra Venediklilerle yapılan savaşlara iştirak etti. 1500'de Mora yarımadası ile Navarin, Zantio, Modon ve Koron kaleleri ile Kefalonya ve Ayamavri adalarını aldı. Bunun üzerine ikinci vezir oldu. 1501'de Venedikliler bir baskınla Navarin'i tekrar ele geçirdikleri için bu kale üzerine tekrar gidip Kemal Reis'in denizden desteği ile geri aldı. Mora valiliğine tayin edildi.

1501'de Mesih Paşa'nın ölümü ile ilk kez sadrazam yapıldı. İki yıl sonra azledilerek yerine Hersekli Ahmet Paşa getirildi. 1506'da ikinci defa sadrazamlığa getirildi ve ölünceye kadar bu görevde kaldı. Nisan 1511'da isyana başlayan Şahkulu İsyanı' nı bastırmakla görevlendirildi. Sivas civarında Çubukova ya da Gökçay mevkiinde yapılan Gökçay Muharebesi'inde Sadrazam Hadım Ali Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Şahkulu güçlerini yendi ve isyanın bastırılmasını sağladı. Ama sadrazam Hadım Ali Paşa bu muharebede ağır yara almıştı. Sadrazam tedavi için Amasya'ya getirildi fakat tedavisi yararlı olmadı. Kısa bir zaman sonra vefat etti. Naşı Amasya'da bulunan Kurtboğan Türbesi yanındaki Vezir-i Azam Atik Ali Paşa Türbesi'ne defnedildi. Hadım Atik Ali Paşa 24. Osmanlı Sadrazamıdır. Bosna’dan devşirme olarak getirilmiş ve devlet kademelerinde yetişmiştir. Savaşta ilk vurulan ve ilk hadım Osmanlı Sadrazamıdır.

Külliyenin Camisi:

Atik Ali Paşa Külliyesinin ana unsuru olan cami; Sedefçiler Camii, Çemberlitaş Camii, Sandıkçılar Camii gibi farklı isimlerle günümüze kadar gelmiştir. 1648 yılında meydana gelen İstanbul depreminde kubbesi tamamen yıkılmıştır. Minaresi ise kısmen çökmüştür. 1716 ve 1766 senelerinde meydana gelen iki büyük depremde de camii hasar görmüştür. Bu sarsıntılardan sonra cami büyük bir tamirat ile yenilenmiştir. Merkezi kubbe ve bir yarım kubbeden meydana gelen ibadet ana mekandır. Kubbeli mekanın iki yanında ondan şimdi birer kare paye ile ayrılan daha alçak kubbeli yan mekanlar bulunmaktadır. Bunlar sağda ve solda kubbeli ikişer bölmeden ibaret olup geniş kemerlerle orta mekana açılır. Kesme taştan inşa edilen caminin son cemaat yeri beş kubbe ile örtülüdür. 22 x 28. m alana sahip caminin, tavan örtüsünü meydana getiren 13.30 m çapındaki ana kubbesi, bir yarım ve dört adet küçük kubbe ile desteklemiştir. Kubbe eteğindeki 16 pencere ile diğer kubbelerdeki pencere açıklıkları caminin aydınlık görüntüsüne katkı sağlamış; klasik çizgiler barındıran mukarnaslı mihrap, siyah ve beyaz mermerlerin kullanıldığı minber, yapının inşa edildiği ilk yıllardaki mimari sadeliği korumuştur. İstanbul’da inşa edilmiş erken dönem camilerden biridir. Klasik dönemi hazırlayan camilerden biridir. Tek şerefeli cami minaresi ise; 1648 yılındaki depremden sonra özgün biçimini büyük ölçüde yitirmiştir. Atik Ali Paşa Camii’nin muntazam bir avlusu yoktur. Beş bölümlü son cemaat yerinin yapımı sırasında devşirme sütunlar kullanılmıştır. Sütunların dördü mermer ikisi ise porfirdir. Orta bölümün kubbesinin içinde zengin kalem işi süslemeler vardır. Mermer kaplamalı giriş kapısı nişinin üst kısımları klasik devir usulü mukarnaslıdır. Külliyenin kime ait olduğu bilinmeyen türbesi ve hazire cadde duvarının kenarındadır.

Yeniçeriler Caddesi olarak bugün adlandırılan Divan yolu külliyenin ortasından geçer. Cami ve sıbyan mektebi Divan yolunun kuzeyinde medrese ise yolun güneyinde bulunmaktadır. Divan yolu seneler içerisinde birçok defa genişletilmiştir. Bu genişletme çalışmaları sırasında külliyenin kervansarayı, tekke ve imareti tahrip edilmiştir.

Külliyenin Medresesi:

Külliyenin bugüne ulaşan binalarından biridir. Bugün Çemberlitaş’ta ki tramvay yolunun medrese güneyinde kalmış olup, camii ve sıbyan mektebi yolun kuzeyindedir. Adeta tramvay yolu Külliyenin içinden geçmiştir. Medrese Evkaf Sokağı ve Dönem Sokağı arasında kalmıştır. Bugün Birlik vakfı tarafından kullanılmaktadır.

Gazi Atik Ali Paşa Sultan II.Beyazıt döneminde iki defa sadrazamlık yapmıştır. İstanbul Fatih’te bir Camii daha bulunmaktadır. Döneminde bu medrese önemli bir eğitim kurumu olduğu bilinmektedir. Hatta meşhur Şeyhülislam Zembilli Ali Efendi bu medreseden yetişmiştir. Maalesef medresenin mimarı bilinmemektedir. Külliyenin 1509 tarihli bir vakfiyesi bulunmaktadır. Medreseye bugün Yeniçeriler Caddesi olarak anılan Divanyolu’ndan girilir. Dikdörtgen bir avlunun üç cephesinde odalar ve mekanlar bulunur. Bu mekanlar dershane, mescit ve talebe odalarıdır. Medrese avlusu bugün yol kotunun altında kalmıştır.

Orta avlunun etrafında revaklı bir açık koridor bulunur. Bu koridor boyunca mescit, dershane ve 16 öğrenci odası bulunur. Tüm öğrenci odalarında ocak, baca ve kubbelidir. Revakları meydana getiren sütunlar devşirme malzemedendir. Bir de öğrenci odalarının büyüklükleri farklı ebatlardadır. Dershane mescit kare planlı olup kubbelidir. 1880’li yıllarda tramvay yolu yapılırken medresenin öndeki 4 odası yıkılmıştır. Medresedeki öğrenci sayısı yıllara göre farklılık göstermiştir. 1792 yılında 24, 1869 yılında 46, 1914 yılında ise 60 öğrencinin eğitim gördüğü belgelerden anlaşılmaktadır. Bu öğrencilerin ise ancak 25 kişinin burada ikamet ettiği anlatılmaktadır. Bu yapı uzun yıllar öğretmenler birliği olarak hizmet vermiştir.

Külliyenin Sıbyan Mektebi:

Atik Ali Paşa Sıbyan Mektebi dikdörtgen planlı olup, aralarındaki bir sıra tuğla bir sıra taş örgüden meydana gelen Almaşık mimari ile inşa edilmiştir. Külliyenin bazı binaları Divanyolu’nun diğer yanında kalmıştır. Yapının Divanyolu Caddesi’ne bakan cephesine iki dükkan yerleştirilmiştir. Avlu içerisinden girilen sıbyan mektebinin üst katına bir merdivenle çıkılmaktadır. İkinci kat iki bölüm halinde olup, üzeri tonozlu bir kubbe ile örtülmüştür. Ancak, İstanbul Vakıflar Başmüdürlüğü tarafından bir süre lojman olarak kullanılmış ve içerisinin planı değiştirilmiştir. Günümüzde iyi bir durumdadır. Bugün sıbyan mektebinin altındaki mahaller dükkan olarak kullanılmaktadır.

BAYEZİD KÜLLİYESİ

II. Bayezid tarafından 1505 yılında inşa edilen külliye; kendi adını verdiği semtte, dağınık bir şekilde bina edilmiştir. Cami, medrese, hamam, kervansaray, tabhane ve sıbyan mektebinden müteşekkil olan külliyenin mimarının kim olduğu tam olarak netlik kazanmış olmasa da külliyenin Mimar Hayreddin ya da Mimar Kemaleddin tarafından bina edildiği düşünülmektedir. Son dönemlerde yapılan araştırmalarla birlikte ise Yakupşah bin Sultanşah isminin ön plana çıkmaya başladığı görülür.

Külliyenin ana elemanı olan cami; Osmanlı mimarisinin sergilendiği açık hava müzesi görünümündeki mekânın, öne çıkan öğelerinden biri olmayı başarmıştır. Ortasında güzel bir şadırvan bulunan, kubbeli revaklarla çerçevelenmiş zemini mermer döşeli iç avlu; caminin ana kütlesine açılır. Cümle kapısının üstündeki celi sülüslü cami kitabesi ise Hattat Şeyh Hamdullah’a ait olup; kitabeden caminin 1500 ile 1505 yılları arasında inşa edildiği anlaşılmaktadır.

Kare plan üzerine inşa edilen caminin tavanını süsleyen 16.78 m çapındaki kubbenin ağırlığı kemerler aracılığıyla dört sütuna bindirilmiş; bu kubbeyi destekleyen iki yarım kubbe ile harimin tavan örtüsü meydana getirilmiştir. Ayrıca, Harimin iki yanında dörder kubbeyle örtülü olan yan mekânlarla birlikte, cami iki yönde genişletilmiş; on sütun üzerine oturan hünkâr mahfili ise sağ taraftaki kubbeli dizinin kıble yönündeki son kubbenin altında konumlandırılmıştır. Mukarnas işçiliğin göze çarptığı bu hünkâr mahfilinin yanı sıra; minber, mihrap ve müezzin mahfilindeki taş işçilik yapının estetik görüntüsünde etki sahibidir. Caminin girişinin iki yanında uzanan kanatsı çıkıntılar, caminin ilk yapıldığı zamanlarda tabhane olarak tasarlanmış; ama daha sonraları bu tabhanelerin cami ile arasındaki duvar kaldırılarak, tabhaneler cami alanı içine dâhil edilmiştir. Caminin mukarnaslı minareleri tabhanelerin uçlarına yerleştirildiği için iki minare arasında 79 metrelik bir açıklık oluşmuştur. Bu minarelerden 1954 yılında tamir edilen sağ taraftaki minare özgün süslemelerini büyük ölçüde korumuş, bilinmeyen bir tarihte restore edildiği düşünülen sol taraftaki diğer minare ise sağdakine nazaran daha sade kalmıştır.

Bayezid Külliyesi’nin imareti ve kervansarayı, günümüzde Bayezid Devlet Kütüphanesi tarafından kullanılmaktadır. Ayrıca; Bayezid Meydanı’nın Laleli’ye bakan cephesinde bulunan medrese binası ise, bugün Türk Vakıf Hat Sanatları Müzesi tarafından kullanılmaktadır.

Caminin Banisi:

Aralık 1447 yılında doğmuştur. Sekizinci Osmanlı padişahıdır. Babası Fatih Sultan Mehmet annesi Sitti Mükrime Hatun’dur. Yavuz Sultan Selim'in de babasıdır. Tahta geçtiğinde 511.000 km²'si Asya'da, 1.703.000 km²'si Avrupa'da olmak üzere toplam 2.214.000 km² olan imparatorluk toprakları, ölümünde yaklaşık 2.375.000 km² idi.

Sultan II. Beyazıt Dimetoka doğumludur. Babası Fatih Sultan Mehmet ilme karşı büyük bir sevgi beslediği için, oğlu Beyazıt'a her şeyden evvel kuvvetli bir tahsil verdirmeyi düşündü. İstanbul'un fethi'nden sonra, 7 yaşlarındayken Hadım Ali Paşa danışmanlığında Amasya valisi olan Beyazıt, burada o dönemin en ünlü alimlerinden dersler aldı ve padişah olacak şekilde yetiştirildi. O günlerde Amasya kenti bir eğitim ve kültür merkeziydi. Devrin meşhur alimlerinden dersler aldı, İslami ilimlerin pek çoğunu öğrendi. İslam ilmi alanında ders aldığı hocalarından birisi de Şeyh Yavsi - Hünkar Şeyhi olarak bilinen Bayrami tarikat şeyhi de olan Muhyiddin Mehmet-i İskilibi olmuştur. İslami ilmin yanı sıra matematik ve felsefe tahsili de aldı. Ayrıca Şeyh Hamdullah'tan da hat dersleri aldı. Arapça ve Farsça'nın yanı sıra; Çağatay lehçesi ve Uygur alfabesini de öğrendi. Dinine bağlılığından dolayı kendisine Bayezid-i Veli de denilirdi. Bayezid-i Veli, şairleri saraya toplar onlarla sohbet ederdi. Hattat ve bestekârdı. Adli mahlasıyla şiirler yazdı. Ulema ve sanatkarlar için ayrıca bir fon ayırmıştı.

Beyazıt'in oğlu Şehzade Korkut'u babasına vekaleten tahta çıkardılar. Babasının vefatını öğrenen ve devlet büyüklerinin, acele başkente gelmesi hakkında gönderdikleri mektupları alan II. Beyazıt maiyetinde 4.000 kişi olduğu halde Amasya'dan yola çıkıp 9 günde Üsküdar'a geldi. Ertesi gün oğlu Şehzade Korkut'tan saltanatı resmen teslim alıp 22 Mayıs 1481'de Osmanlı tahtına çıktı.

Cem Sultan Olayı ve bu olay sebebiyle Avrupalıların İstanbul'u geri alma ümitleri yeniden gündeme gelince Sultan II. Beyazıt çok dikkatli ve barışçı bir dış siyaset takip etmek mecburiyetinde kaldı. Bununla birlikte kendisi gerektiğinde savaştan çekinmedi ve Osmanlı Devleti'nin sınırlarını genişletti. II. Beyazıt'in tahtta kaldığı süre, hemen hemen babası Fatih Sultan Mehmet ile eşitti. Fatih bazen iki senede bir sefere çıktığı halde, oğlu Beyazıt yalnız 5 kere sefere çıktı. Padişahların bizzat başkumandanlık ettiği bu seferlere Osmanlılar tarafından Sefer-i Hümayun adı verilmiştir.

Mimari Yapı:

Sultan II.Beyazıt külliyesi mimarlık tarihimizde Klasik Osmanlı mimarisinin ilk yol göstericisidir.Plan itibariyle Bursa Yeşil camiine benzemekte ise de sahın kısmı daha derindir. Yanlardaki tabhaneler daha uzundur. Kubbe yeşil camiinde duvarlara oturur. Buna karşın Beyazıt camiinde Kubbe dört fil ayağına oturtulmuştur. Kubbenin fil ayağı ile taşınması ilk sayılabilir. Zira Fatih Camii yıkıldığı için onun planı konusunda somut bilgiler yoktur. Beyazıt camiinde dört fil ayağı dışında iki adette porfir sütun kubbeyi taşır. Harim mekanının yan kısımları dört adet küçük kubbe ile örtülmüştür. Bu da iç mekanının kare olarak planlanmasını sağlamıştır.

1683 yılındaki bir yangında minare külahları tutuşarak zarar gördü; 1743’te ise minarelerden birisine yıldırım isabet etmesi sonucu külahı yandı. Dört paye üstüne oturulmuş 16,78m. çapında bir ana kubbesi kuzey ve güneyde iki yarım kubbe ile desteklenir. Ana kubbesinde yirmi, yarım kubbelerde yedişer pencere bulunur. Caminin üç kapısı ile girilen camii avlusunda 20 sütun ile taşınan ve 25 kubbeli revaklarla çevrilmiş kare biçiminde bir son cemaat avlusu bulunmaktadır. Avlu zemini mermer döşelidir ve ortasında şadırvan bulunur. Aslında üstü açık olan şadırvan, IV. Murat zamanında etrafına dikilen sekiz sütun üzerine oturtulmuş bir kubbe ile örtülmüştür. Avlu döşemesi ve şadırvanın sütunları Bizans`tan kalma malzemenin yeniden işlenmesiyle elde edilmiştir. Avlu mermerleri arasında geniş kırmızı porfir taşı levhalar vardır. Caminin taç kapısı ile şadırvan avlu kapıları bilhassa Selçuklu devri eserlerine nazaran sade olmakla birlikte, taş işçiliği açısından muhteşemdir.

Doğusu ve batısında beşer kubbe ile örtülü iki tabhanesi olan camii, tabhaneli yapıların son örneği kabul edilir. Baştan tabhane olarak tasarlanmış bu bölümler ile cami arasındaki duvar sonradan kaldırılmış; böylece tabhaneler namaz alanına dahil edilmiştir. Birer şerefeli iki taş minaresi olan caminin minareleri camiye değil; caminin iki yanındaki tabhanelere bitişiktir; bu nedenle arada 79 m. mesafe vardır. Renkli taşlar ve kufi yazılarla bezeli minarelerden sağ tarafta olanı özgün süslemelerini büyük ölçüde korur ancak diğeri birkaç kez onarım geçirmiş ve bezemelerini yitirerek daha sade kalmıştır. Bu nedenle sağdaki minare, “Selçukludan Osmanlı'ya geçişin İstanbul'daki tek numunesi” olarak kabul edilir.

Harimin sağ köşesinde hünkar mahfili yer alır. 10 sütun üzerinde duran mahfile, dışarıdan bir merdiven ve kapı ile girilir. Türbeler, Caminin mihrap tarafında, sağda ve pencere hizasında oğlu Yavuz Sultan Selim tarafından yaptırılmış Beyazıt türbesi bulunur. Yine Yavuz Sultan Selim’in yaptırdığı solundaki türbede Sultan II.Beyazıt’ın kızı Selçuk Hatun da yatar; Tanzimat döneminin ünlü Sadrazamı Mustafa Reşit Paşa'nın mezarı da burada bulunmaktadır.