Keşanlı Ali Destanı

1960’larda Türk sinemasında İstanbul, genellikle mutluluğun vaad edildiği bir şehir olarak canlandırılmıştır. Filmlerde masalsı bir İstanbul tasvir edilmiş, bu da insanların bu şehre akmasına neden olmuştur.

Atıf Yılmaz’ın tiyatrodan beyaz perdeye uyarladığı “Keşanlı Ali Destanı” İstanbul’un gecekondu sorununa müzikli bir dokunuşta bulunmuş, Türk sinemasının ilk gecekondu filmi olarak kayıtlara geçmiştir.

Ekonomik, kültürel ve coğrafi sebeplerden dolayı insanlar, genellikle her ülkede büyük şehirlere doğru zorlu yolculuklara çıkarlar. Bu yolculuğun Türkiye’deki adresi “taşı toprağı altın” denilen İstanbul’du…

Filmlerde masalsı bir İstanbul tasvir edilmiş, bu da insanların bu şehre akmasına neden olmuştur. “Keşanlı Ali Destanı” işte böyle bir ortamda yazar Haldun Taner’in kaleminde hayat bulur.

Hıçkırık …

Atıf Yılmaz’ın Erman Kardeşler şirketi adına 1953’de çektiği “Hıçkırık”, Kerime Nadir’in ünlü aşk romanlarından biriydi.

Birlikte büyüyen ve birbirlerini çılgınca seven Kenan ve Nalan’ın öyküsüydü anlatılan. Romanın Hikayesi, dramatik yapısı yoğun bir aşk romanından alındığı için, çok da sinematografik olmamasına rağmen, hatta yer yer ağdalı sayılsa da İstanbul’u en güzel sunan filmlerden biri olarak kayıtlara geçmiştir.

Alaturka-alafranga müzikler eşliğinde, Mike Rafaelyan’ın siyah beyaz görüntüleri bir zamanların İstanbul’unu seyirciye takdim ederken “ahhh” dedirtecek kadar güzeldir.

Film, boğazın en güzel yapılarından biri olan ünlü Hidiv Köşkü’nde başlar. Köşk görkemli giriş kapısı, işlemeli mermerden yapılmış merdivenleriyle film içinde bir anıt gibi yükselmektedir.

Filmin son sahnesinde kullanılan Boğaz’a ve dolayısıyla gün batımına nazır balkon, Kenan’ın kollarında son nefesini veren Nalan’ın acısına ortak eder seyircisini…

Köşkün, adeta küçük bir ormanı andıran bahçesi, Boğaz’ın güzelliklerine doğru uzanan seyir tepeleri, film boyunca seyirciyi mest edecek güzelliktedir.

Bir üniversite öğrencisi olan Kenan’ın okul kapısındaki sahneleri bizlere İstanbul’un unutulmuş gitmiş başka bir mekanını takdim eder. Bu mekan Beyazıt Meydanı’ndan başka sı değildir.

Bugün gerek insan gerek bina kalabalıklarına teslim olan meydan, 1953’te henüz çok sakin görünmektedir. Tramvay üniversitenin kapısının önünden geçmektedir.

Ortadaki fıskiyeli büyük havuz, şehrin bu köşesinin eskiden daha bir modern olduğunu düşündürür insana. Sirkeci Tren Garı, Şişhane yokuşu ve henüz yıkımlarla tanışmamış olan Tarla- başı caddesi ne kadar da sakindir.

Bugün tüm ilkelliğine tüm demodeliğine rağmen, 120 dakikalık film sona erdiğinde, varsa gözyaşlarını tuta- bilenler, o İstanbul İçin “Teşekkürler Atıf Yılmaz” demekten kendilerini alamayacaktır.

Beş Hasta Var

Atıf Yılmaz’ın 1955’te Lale Film / Sabahat Filmer adına yönettiği “Beş Hasta Var” Ethem İzzet Benice’nin aynı adlı çok okunmuş romanından sinemaya aktarılmıştı.

Film fakir bir ailenin kızıyken sevmediği bir erkekle evlendirilen Belkıs’ın öyküsüdür. Belkıs sevmeden evlendiği çok yaşlı kocasından kaptığı frengi hastalığı nedeniyle tüm erkeklere düşman olmuş, intikam alırcasına ta nıştığı her erkeğe bu hastalığı yaymaktan geri durmamıştır.

Roman olarak yayınlandığında kıyametler koparan “Beş Has ta Var” sinematografisi oldukça sağlam bir eserdir. Konu 1900’lerin başlarında yani Osmanlı İstanbul’unda Rumelihisarı semtinde geçmekte- dir. Atıf Yılmaz 1955’te o günlerin İstanbul’unu anlatmakta çok zorlanmamıştır; çünkü o İstanbul daha bozulmamıştır.

Bugün Boğaziçi Üniversitesi içinde kalan eski aşıklar tepesi ve tüm siluetiyle Boğaziçi doyumsuz bir güzellik sunar seyirciye. Turgut Ören ya da o günlerde kullanılan adıyla “Baba Turgut”un siyah beyaz İstanbul’u görülmeye değerdir.

Bir Şoförün Gizli Defteri

Atıf Yılmaz’ın 1957’de Duru Film / Naci Duru adına yönettiği ve Aka Gündüz’ün ünlü romanından uyarlanan “Bir Şoförün Gizli Defteri”, İstanbul’u bir şoförün gözünden anlatmaktadır.

Film bir şoförün gözünden anlatır İstanbul’u seyirciye… Atıf Yılmaz filmine İstanbul’u yerleştirirken çok bonkör davran- mamıştır aslında…

Konu itibariyle İstanbul daha çok, başta şoför Erol olmak üzere insanlarıyla ön plana çıkmıştır.

Ama yine de kıyıda köşede kalmış bir İstanbul değildir gösterilen… Film boyunca dramatik yapı ağırlığını korurken, İstanbul “Ben de buradayım” dercesine girivermiştir karelerin içine…

İstanbul’un Kasımpaşa (Aka Gündüz’ün romanında burası Aksaray) semtinde dar gelirli ailelerin yaşadığı bir mahallede, geçmişindeki parlak günlerini arayan bir sokak vardır.

Artık dökülen, bir zamanların ihtişamlı cumbalı ahşap konakları ve bozuk sokak kaldırımlarıyla Kasımpaşa, tam bir kenar mahalle görünümündedir…

Yoksulluk, adaletsizlik, fuhuş, toplumsal çürüme gibi manzaraları İstanbul şehri üzerinden anlatan Atıf Yılmaz, toplumun mazlum, yoksul ve güçsüz insanlarını yerle bir eden daha birçok dokunuşa yer verir filminde…

Atıf Yılmaz, bir taraftan bu insanların başına gelenleri anlatırken diğer taraftan da döneminin sosyal ve ahlaki değerlerini eleştirmiştir.

Özellikle İstanbul şehri, filmin en önemli figürlerden biridir. Film boyunca İstanbul her anlamda yaşanan olumlu olumsuz bütün değişmelerle karşımıza çıkar.

Ah Güzel İstanbul

Atıf Yılmaz, 1966’da çektiği “Ah Güzel İstanbul” ile gerçekliği yanında naifliği ile de göz dolduran başarılı bir İstanbul hikayesi anlatır.

Başlangıcında Yeşilçam’a küçük dokunuşlarda bulunsa da hikaye amacına ulaşmaktadır.

Filme mekan olarak İstanbul’un ilk gecekondu semtleri olan Kuştepe ve Hacı Hüsrev mahalleleri seçilmiştir.

Çetin Gürtop’un kamerasından İstanbul’un gecekondu sorununa müzikli bir dokunuşta bulunan film, Türk sinemasının ilk gecekondu filmi olarak kayıtlara geçer.

Ali (Fikret Hakan), Sineklidağ’da oturan bir gençtir. Zilha (Fatma Girik) isminde bir kızı çok sever. Birgün Zilha’nın amcası öldürülür ve suçu Ali’nin üzerine atarlar. Zilha’nın amcası da mahallenin belalılarından biridir. Herkesten haraç toplar ve kimse tarafından sevilmez. Ali bir türlü suçsuzluğunu ispat edemez… Gani Turanlı’nın tertemiz siyah-beyaz görüntüleri, günümüz seyircisine nostaljik bir şölen sunmaktadır… Film hem İstanbul’a yeni bir gözle bakmayı önermesi, hem de kaybedilen ahlâki değerlerin, kişilerin hayatlarındaki dengeleri nasıl alt üst ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Film Beylerbeyi’nde, kapısındaki “Gündüz Çorbacı Gece Meyhaneci Rıfkı” yazan tabelası ile semtin belki de çok amaçlı tek mekanında başlar. Haşmet İbriktaroğlu, akşamdan kalma haliyle, sigarasını sarar ve bir çırpıda anlatıverir hayatının özetini. Az sonra da mekandan çıkar gider. Beylerbeyi henüz kadim dostluk, ahbaplık, komşuluk ilişkilerini kaybetmemiştir. Tabii bugünle karşılaştırınca durum içler acısıdır. Haşmet teker teker selamını verir balıkçıya, kahveciye, bakkala…

Atıf Yılmaz “Ah Güzel İstanbul”da biri parlak ışıklar altında kurulan taptaze düşleriyle; diğeri ise geçmişi büyük ama bıkkın, çaresiz ve hayatın kıyısında, dün ile bugün arasında sıkışmış kalmış haliyle, hayata tutunacakları yerde sürüklenen, savrulan iki insanın öyküsünü anlatır. Fondaki İstanbul, isli puslu haliyle, sanki Ara Güler’in o çok bilinen fotoğrafları gibi, seyirciyi etkilemeyi başarır. Sultanahmet Meydanı, Ayasofya, İstiklal Caddesi, Sarayburnu henüz daha yapı kalabalıklarıyla kirlenmemişlerdir.

Atıf Yılmaz filmleri içinde özel bir yeri olan “Ah Güzel İstanbul”, 1967’de İtalya’da San Remo yakınlarındaki Bordighera kasabasında her yıl yapılmakta olan «Uluslararası Mizah Şenliği» kapsamında düzenlenen 10.«Komik ve Mizahi Filmler» yarışmasında, jüri özel armağanı olan «Gü- müş Ağaç Ödülü»nü kazanmıştır. Daha çok eğlenceli güldürülerin katıldığı bu yarışmada ödül alan «Ah Güzel İstanbul»un bir kara komedi olması dikkatleri çekmiştir.

KAYNAK:

1453 İstanbul Kültür Ve Sanat Dergisi Sayı:13 -2012