İstanbul kadar çok resmi veya gravürü yapılmış, fotoğrafı çekilmiş çok az yer vardır. Çünkü İstanbul’un ortasından deniz geçer, ayrıca İstanbul dağlık, tepelik, vadilerin oluşturduğu geniş bir yerleşmedir. Deniz kıyısından kademeli biçimde yükselen, çeşitli kotlarda oluşan taraçalar üzerine oturan yapılar, gözün bir an da şehri kavramasına ve onun haşmetine esir olmasına neden olmaktadır. Yatay düzlemde sonsuz bir akışkanlık içinde devam eden ve sivil yaşantıyı temsil eden yapılar, dik eksende belirli aralıklarla yükselen dini ve resmi yapılar, birbiri içine geçmiş bir dünyayı yansıtmaktadır. Hemen hemen dünyanın bilinen tüm şehirleri düz alanlarda kurulmuş olup, çok az sayıda şehir siluetini görebileceğimiz bir tepeye sahiptir. Böylesi değişik ve derin perspektifler içeren bir şehir, aynı zamanda politik ve ekonomik güçte taşıyorsa hemen hemen herkesin ilgisini çeker ve çekmiştir de…

Miss Pardoe’nun 1839 yılında Londra’da basılan “Beauties of the Bosphorus” isimli kitabında yayımlanan bir İstanbul Haritası’nda XIX. yüzyılın ilk yarısında İstanbul, yoğun bir Suriçi yerleşmesi ile ona yakın yoğunlukta Galata ve Üsküdar yerleşmelerinden oluşmaktadır. Eyüp dahil diğer Haliç ve Boğaziçi yerleşmeleri çoğunlukla kıyı boyunca dizilen ve bazıları bu yerleşmelerin hemen arkasında yer alan vadi tabanlarına doğru büyüyen, şehirle organik bağlantıları çok az olan iskan alanlarıdır. Buna karşı gerek Suriçi’ni Sarayburnu’ndan Eyüp’e kadar seyretme imkânı veren Galata yükseltisi, gerekse Suriçi’nin bir bölümü ile Haliç’in kuzey yakasını seyredebildiğimiz Karyağdı Tekkesi (günümüzde Piyer Loti) yükseltisi, renkli şehir görüntülerinin tespitine neden olmaktadır. Aynı şekilde Suriçi’ni ve Galata’yı uzaktan da olsa bir bütün halinde seyretmemize izin veren Küçük ve Büyük Çamlıca tepeleri de elinden çizim gelen hemen herkese ilham kaynağı olmuştur.


İstanbul’a ait bilinen en eski çizim orijinali MS. I. yüzyılda Roma İmparatorluğu’nun yollarını belirtmek için çizilen ve İngiltere’den Hindistan’a kadar bilinen dünyanın büyük bir kısmını kapsayan bir haritadır. MS. 350’li yıllarda yeniden düzenlenen bu harita, 1265’de Colmar’da bir rahip tarafından bir kez daha yenilenir çizilir. Günümüzde Viyana Ulusal Kitaplığı’nda muhafaza edilen harita, yayımlandığı günden itibaren Tabula Peutingeriana veya Peutinger Tabloları adıyla bilinmektedir. Bu haritada dönemin üç başkenti Roma, Konstantinopolis ve Antakya oldukça detaylı bir şekilde belirtilmişlerdir.

Konstantinopolis sol elinde bir mızrak ve bir kalkan, tahtta oturmuş miğferli bir kadın figürü ile temsil edilir. Sağ elini batıya doğru, muhtemelen Büyük Konstantin tarafından dikilmiş bulunan ve üzerinde bir savaşçı heykeli olan, dört katlı yüksek bir sütun bulunmaktadır. Figürlerin bulunduğu bölge günümüz Suriçi’ni kapsamaktadır. Hemen arkasında yer alan beşik çatılı yapı ise Sycas (Galata) yerleşmesini ifade eder. Sağda, Chrisopolis (Üsküdar) yerleşmesi ile Calcedonia (Kadıköy) iskânları belirtilmiştir. Üsküdar’ın hemen önünde yer alan, iki katlı ve üzerinde kırmızı renkli bir leke görülen yapı ise, Kız Kulesi’dir.


İstanbul’a ait bir diğer eski çizim, Cristoforo Buondelmonti’nin XV. yüzyılın ilk yarısında, muhtemelen 1420 yılına doğru hazırladığı Ege Adaları hakkındaki “Liber Insularum Archipelagi” başlığı ile tanınan kitabındadır. Bu kitabın içindeki krokiler, adları geçen adalar ve üzerlerinde yer alan kasabaların XV. yüzyıl başlarındaki ilgi çekici görüntülerini içermektedir.


XVI. yüzyıl İstanbul’una ait bir diğer görünüş ise Matrakçı Nasuh tarafından Kanuni Sultan Süleyman’ın 1534-35 tarihli Irak Seferi dolayısıyla hazırlanan “Menazil-i Seferi Irakeyn” isimli minyatür albümünde bulunan İstanbul görünüşüdür.


Danimarka asıllı Melchior Lorichs (1526-27/1583’den sonra) Ogier Ghiselin de Busbecq’in elçilik heyeti ile İstanbul’a gelir. 25 Ocak 1555- sonbahar 1559 tarihleri arasında şehirde kalan Lorichs, gördüğü anıtsal yapılar ile çeşitli kişi ve meslek mensuplarının resimlerini çizer, ancak onu günümüze taşıyan en önemli eseri Üsküdar’dan Eyüp’e kadar uzanan 45 x 11.275 santimetre uzunluğundaki İstanbul panoramasıdır. Galata Surları’na ait bir burcun üzerinde çizim yaparken görülen Loricsh’in yanında oldukça yaşlı, uzun sakallı, başında sarık olan bir kişi oturmaktadır. Ön planda Galata surları ile Kasımpaşa Hasköy yerleşmelerinin görüldüğü çizimin orta bölümünde limandaki tekneler ile yoğun kayık trafiği yer alır. Arka planda ise ne yazık ki silik olması nedeniyle çok az seçilebilen Üsküdar iskânı ile belli belirsiz Üsküdar Sarayı, Sarayburnu’ndan itibaren Eyüp’e kadar devam eden kesintisiz Suriçi iskânı görülmektedir. Başta Ayasofya Camii olmak üzere önemli yapılar, Topkapı Sarayı, Süleymaniye Camii, Bozdoğan Kemeri, Tekfur Sarayı, özellikle de günümüzde büyük bir bölümü yok olan Haliç Surları ve Roma döneminden kalan dikilitaşlar büyük bir dikkatle işaret edilmişlerdir. Yer yer yazılı açıklamaları da ihtiva eden siyah-beyaz ve sepya gravürün, görüldüğü şekilde tek bir noktadan değil, muhtemelen Suriçi’ne paralel dört veya beş noktadan eskizler halinde çizildiği, sonradan tek bir panorama haline getirildiği düşünülmektedir.


Her ne kadar artık panoramalar dönemi başlamışsa da Matrakçı Nasuh dışında o güne kadar çizilen tüm kuşbakışı görünüşlerin tersi bir noktadan, bu alanda


Von Gudenus’un 1739-40 tarihleri arasındaki çizimi detayları ve paftaların altına yaptığı açıklamalar nedeniyle önemlidir. Beyoğlu’ndaki İsveç Elçiliği bahçesinden çizilen ve üzerinde Fransa Kralı’na ithaf yazısı olan çizim Sarayburnu’ndan başlayarak Eyüp’e kadar uzanmaktadır. Ön planda Galata bölgesindeki bazı yapıların çatı ve bacalarının görüldüğü bu çizimin altında 37 açıklama notu bulunmaktadır. Muhtemelen Cihangir yamaçlarından, nerede ise 360 derecelik bir açı ile İstanbul’u seyreden ve Haliç’in bitiminden itibaren Pera’ya doğru uzanan bir diğer çizimin altında ise 62 açıklama notu bulunur. Gudenus bu çizimleri yaparken Seigneur de Riben’in İstanbul planından yararlandı- ğını belirtir. Çizimlerin şehir planı ile çakıştırılması ve bu nedenle de konumlarının doğru olarak belirlenmesi çizimlerin büyük başarısıdır.


XVIII. yüzyılın sonlarına doğru karşımıza çıkan 360 derece veya ona yakın açılarda düzenlenmiş panoramalar hemen herkesin ilgisi çeker. Antoine-Ignace Melling’in muhtemelen Kızkulesi’nden çizdiği Sarayburnu’ndaki Sinan Paşa Köşkü’nden başlayarak Tophane’ye kadar olan İstanbul ve Galata yerleşmesini resmeden ve gravür haline getirilmemiş panorama, gerek Melling’in çizgiye hâkimiyeti gerekse birbiri üzerine binen yapıların yarattığı görüntü açısından muhteşemdir.


XVIII. yüzyılın sonlarına doğru, 1797 yılında İngiliz Robert Baker 360 derecelik panoramik resim tekniğinin patentini alır. Bu teknikle yaptığı ilk çalışmalar, Londra panoramalarıdır. Büyük yankı uyandıran bu çalışmaların hemen sonrasında 1801 yılında bu kez bir İstanbul panoraması sergilenir. Robert Baker’in oğlu Henry Aston Baker tarafından hazırlanan bu panorama, 1813 yılında 65x450 santimetre ebadında, toplam sekiz parçadan oluşan elle renklendirilmiş “aquratinta” tekniğinde sınırlı sayıda çoğaltılır.


İstanbul’a ait ilk panorama fotoğrafı Girault de Prangey tarafından dagereotip yöntemi ile Beyazıd Kulesi’nden, 1843 tarihinde çekilen 9.5 x 24 santimetre boyutlarındaki panoramadır. Sanırım dünyada çok az şehrin bu tarihlerde çekilmiş panorama fotoğrafı vardır.


Fotoğraf tekniğinin kısa sürede gelişmesi ardı ardına çok sayıda panoramanın çekilmesine yol açar. Kısa bir süre sonra James Robertson tarafından Galata Kulesi’nden çekilecek olan ve 25 x 60.4 santimetre boyutlarında ve beş kareden (panoramanın ikinci karesi kayıp) oluşan İstanbul panoraması dönemin yapılarını ve şehrin hareketliğini yansıtması açısından önemlidir,


Sultan II. Abdülhamid’in fotoğraf sevgisi ve fotoğrafçılara verdiği destek, hızla yerli sanatçıların yetişmesine neden olur. Pascal Sebah, Vasil Kargopoulo, Abdullah Kardeşler, Guillaume Berggren, Gülmez Kardeşler, daha sonra Sebah&Joaillier gibi atölyelerin Beyazıd Kulesi, Galata Kulesi gibi şehri panoramik açıdan gören yükseltilerden çektikleri çok sayıda panorama bulunmaktadır. Özellikle Kargopoulo’nun Boğaziçi’nin çeşitli noktalarından çektiği altı ayrı panorama bize ilginç görüntüler taşımaktadır. Bu arada, nedense şehre deniz yolu ile gelen tüm seyyahların, inanılmaz bir görüntü olarak söz konusu ettikleri Marmara’dan İstanbul siluetine ait, bir kaç eskiz dışında nerede ise hiç bir çizim ve fotoğraf bulunmadığını da belirtmemiz gerekir. Bu eskizlerden biri XVI. yüzyıl ortalarında Jerome Maurand tarafından32, diğeri ise ismi bilinmeyen bir seyyah tarafından XVII. yüzyıl sonlarına doğru çizilmiştir.

Kaynak:

Yüzyıllar Boyu İstanbul Panaromaları Sinan Genim