Fatih Sultan Mehmet hakkında bir yazı kaleme almıştım. O yazı, 2011 yılının mart ayında yine İstanbulburda. com sitesinde yayınlanmıştı. Aradan 7 koca yıl geçti. Geçenlerde bir televizyon kanalında Fatih Sultan Mehmet’i anlatan bir dizinin yayınlanmaya başlayacağını duydum ve kısa bir de fragmanını izledim. Doğrusu hoşuma da gitti fragman. Aklıma yazdığım o yazı geldi. Daha önce İstanbul’un fethini konu alan sinema filminde yansıtılan Sultan Mehmet profiline itirazım var. Bunu da başka bir yazıda paylaşmayı umuyorum. Ancak, hafızamızı tazelemek adına 7 yıl önce yazdığım yazının bir bölümünü aşağıda sunuyorum.

Hepimiz tâ ilkokuldan lise bitimine kadar Fatih Sultan Mehmet’in sadece Fatihliğini gördük, öğrendik. Veya öğretildik. Oysa, o da bir insandı ve o da bazen yalnız kalır, kendini dinler; aşık olur, okur… Fatih Sultan Mehmet cesurdur, mâlumlarınız. Tek başına hareket etmez, Molla Gürani, Akşemsettin gibi ilham aldığı büyükler vardır çevresinde. İhtiraslara kapılmaz, çünkü ölçüsünü kaçırmaz. Üç dil bildiği sanılır. Özellikle de Rumcayı çok iyi konuştuğu anlatılır. Hatta Homeros’un İlyada adlı destanını aslından, Rumca okumuş olduğu söylenir. İstanbul’un fethini yapmadan evvel, Doğu Roma İmparatoruna desteğini kesmesi için Papa’ya yazdığı mektupta, İlyada’ya gönderme yaparak, “Ben Hektor’un öcünü almaya çalışıyorum, ortak düşmanımıza karşı; siz düşmanı destekliyorsunuz!” dilini kullanacak kadar sahip olduğu toprakları iyi bilmektedir. Çanakkale’deki Troia harabelerini dolaşacak kadar sahip çıkmaktadır geçmişine. Osmanlı ve Roma tarihlerini, felsefe ve edebiyatı seven bu tarihi şahsiyetin, yemeklerde entelektüel sohbetler yaptığını ve daima dönemin önde gelen ilim ve edebiyat adamlarını sofrasında ağırladığı anlatılır.

Batı’da, Kanuni Sultan Süleyman ile beraber portresi, tablosu en çok bulunan Osmanlı Sultanıdır. İtalya’dan getirttiği Ressam Gentile Bellini’ye portresini yaptıran Fatih, ilmî gelişmeleri de yakından tâkip etmekteydi. İstanbul’un fethi sırasında döktürdüğü toplar, yıkılmayan bir şehrin surlarını Haliç’in öbür yakasından alaşağı etmiştir. Ahşaptan iki katlı ve tekerlekli kuleler, sur yüksekliğinde (18-20 metre) yapılmış ve surlara yaslanarak, Yeniçerilerin surlara çıkmasına sebep olmuştur. Kızaklar üzerinde kaydırılan savaş gemilerini bilmeyen yoktur vesselam.

Gelelim istihbarat teşkilatına… İstanbul’un fethi aşamasında, şehirde pek çok yandaş vardır. O sıra yaygın olan ve papalıkla dini birlikteliğe karşı çıkan grupla birlikçiler arasında yoğun tartışma ve ayrışmalar yaşanmaktadır. Papalık karşıtlarına destek veren Fatih ile bu grup arasındaki yakınlaşma fethe de yansımıştır. Kılıç zoruyla alınan şehirlerde yapılan ve üç gün süren yağma, İstanbul’da da gerçekleşmiş, ancak papalık aleyhtarı olanların malına-mülküne dokunulmamıştır. Papalık yanlılarının yoğun olduğu mahallelerdeki kiliselerin camiye çevrildiği öne sürülmektedir ki, hiç de yabana atılır bir görüş değildir. Yine, Papalıkla birlik olduğu için İmparator Konstantinos’a muhalif olan Gennadios da, fetih sonrası Fatih tarafından Patriklik koltuğuna oturtulmuştur. Fethe, ticari çıkarları doğrultusunda karşı çıkan, attığı iftiralarla Lukas Notaras’ın Fatih tarafından öldürülmesine sebep olan Çandarlı Halil Paşa’ya da cezasını Fatih verdirmiş ve onu öldürtmüştür.

Fetih evveli Fatih’in zaman zaman kılık değiştirmek suretiyle İstanbul’a geldiği, hatta bu sıra bir kıza aşık olduğu da anlatılır ki, kızın fetih esnasında, kendine aşık yüksek rütbeli bir asker tarafından öldürüldüğü hüzünlü biçimde hafızalarda yankılanır.

Kendini Roma’nın Yeni İmparatoru olarak gören ve tanıtan Fatih Sultan Mehmet, fethettiği şehre Mehmediye adının verilmesine karşı çıkacak kadar mütevazıdır. Ona göre şehir kurucusunun adıyla anılmaya devam edilmeliydi: Konstantiniyye.

Belki biraz daha yaşasa, donanmanın yeni çıktığı Otranto Limanını üs olarak kullanmak suretiyle İtalya’yı da egemenlik altına alacaktı; olmadı. Eski Roma topraklarının tümünü geri alma hevesi yarım kaldı. 40’lı yaşlarının sonlarında, Gebze’de vefat ettiğinde “gut” denen sebebin, tarihin arka odalarında “zehirlenme” inancının kuvvetini korumaya engel olamamıştı. Naaşı İstanbul’a, saraya getirilip de müşahade odasına konduğunda kardeşler arasındaki taht mücadelesinde saf arayanların unuttuğu cenazenin kokmaya başlaması dolayısıyla son anda hekimler tarafından mumyalandığı ve bugünkü yerinde, Fatih Camisi’nin avlusunda toprağa verildiği anlatılmaktadır.

Her şeyin sıradanlaşarak aktığı ortamlarda farklılıkları algılamak her zaman daha kolaydır. Tıpkı Fatih Sultan Mehmet gibi: Cesur, mütevazı, adaletli, sıradışı.